sağ baştan

Pazar, Ocak 16, 2011

keyifli bir gün(!)



açmak istemiyorum perdelerimi, gün ışığını vurdukça daha da özlüyorum seni.
karanlık olsa ya hep dün akşamki gibi. gitse gelmese elektrik,uyusam mum ışığında düşlesem seni.
özledim sarıldıkça öptüğüm ellerini.yine de keyifli bir gün olmalı,yaşıyorum diyebilmek için.
bekleyebilmek için...

Salı, Ocak 11, 2011

bir garip seans daha

11 01 11 tarih işte böyleydi bugün
farklı birşey olmadı.
gereksiz sinirlendim,anlamlı düşüncelere kapıldım.

belki onlar da anlamsızdı kimbilir.
oda değil sadece ev yine dağınık.
spor eşyalarımı bile çanta ile bekletmekteyim,yarın ne giyeceğimi bilmiyorum.
saçım da berbat. canım hiçbir şey yapmak istemiyor.
annem bana nasıl katlanıyor bilmiyorum
ne zormuş insanın iki kişilik bir
hayata alıştıktan sonra yalnız kalması.
ne garip oluyormuş insan. amaçsız ve yalnız.
en sevdiğim şey yalnızlıkken şimdi neden böyle oldu kestiremiyorum.
kimseyi ne aramak ne de kimse tarafından aranmak istiyorum.
kimseye anlatmak istemiyorum bizi,soranlara iyi diye geçiştirmeyi tercih ediyorum.
iyi niyetle soranların sayısı bir elin 5 parmağını geçmez çünkü biliyorum.
biliyor musun kimseyi sevmiyorum?
seviyorum dediklerime de yalan söylüyorum.
biliyor musun özlüyorum?
ölüyorum...

Perşembe, Ocak 06, 2011

Üç Hikaye - Üç Ders

Bu sabah aldığım mail dün yaşadığım sinir krizine daha soğuk kanlı yaklaşmamı öğütlüyor sanırım;

YAŞAMIN FISILTISINI DİNLE...

Zengin bir adam mersedes arabası ile şehirdeki dar bir yoldan geçiyordu. Birden,  yoluna aniden fırlayarak elindeki taşı arabasına atan bir çocuk gördü.

Kapısına çarpan taşın sesi ile ani fren yapınca,  arabası kaldırım taşına çarparak durabildi.

Adam öfke ile arabadan fırlayıp, taş atan çocuğu kolundan tutarak sarsmaya  ve “Sen ne yapıyorsun serseri, bak arabamı ne hale getirdin” diyerek bağırmaya başladı.
                 
Üzgün ve suçlu tavır içindeki çocuk “Amca lütfen kızma, sizden önce geçen arabalara durmaları için işaret ettim, arabaların hiç biri durmayınca, sizin arabaya taş attım” dedi.

Ve, gözyaşları içinde, kenarda devrilmiş duran bir tekerlekli özürlü arabasını ve o arabadan düşerek yerde yatan birisini  göstererek  “Ağabeyim yürüyemiyor, onu tekerlekli arabası ile gezdirirken,  kayıp devrildi. Ağabeyim   yere düştü, kaldırmaya gücüm yetmedi, gelen geçen kimse de yok, siz onu yerden kaldırıp tekerlekli arabasına tekrar oturtmama yardım edermisiniz” dedi..
                 
Zengin adam, ne diyeceğini bilemeden, boğazındaki düğümden yutkunarak kurtulmaya çalışarak, yerde yatan çocuğun yanına gitti, onu kaldırıp tekerlekli arabasına oturttu ve cebinden temiz bir mendil çıkararak bacağındaki kanları sildi.
                  
Küçük çocuk abisini tekerlekli arabasıyla alıp giderken, hiçbir şey söyleyemeden  arkalarından bakakaldı.
                   
Arabasına döndüğünde, çocuğun attığı taşın, arabasının kapısında bıraktığı oyuk şeklindeki  DERİN  İZİ  gördü.
                   
Ve zengin adam, bu derin taş izini hiçbir zaman tamir ettirmedi.
                   
Arabadaki bu taş izini şu mesajı hiç unutmamak için sakladı:

Hiçbir zaman, yaşamın içinden,  birilerinin seni durdurmak ve dikkatini çekmek için TAŞ  ATMAYA  mecbur kalacağı kadar HIZLI geçme.
                      
Tanrı, ruhumuza fısıldar ve kalbimize konuşur.
                      
O sesi dinlemek için vaktimiz olmadığında ise, bize TAŞ FIRLATMAK zorunda kalır.
                        
İster fısıltıyı dinle, ister taşı bekle...                        
Seçim senin...

                     
Yaşamın içinden son hızla geçerken,  bir an durup, kendi hayatımızda da bize bazı şeyleri hatırlatmak için atılan TAŞLAR olup olmadığını bir düşünelim...

------------ --------- --------- --------- --------- --------- --------- --------- --------- --------- --------- --------- --------- --------- --------- --------- --------- --------- --
Üç Altın Heykel,

                         
Bir zamanlar, iki komşu ülkenin hükümdarı, birbirlerini sürekli imtihan eder, zeka gösterilerinde bulunurlarmış.
                          
Bir gün bu hükümdarlardan birisi, diğer hükümdara yeni bir zeka gösterisinde bulunmak istemiş ve çağırdığı heykeltraşa birbirinin tamamen aynı olan, altından üç tane adam heykeli yaptırmış.
                          
Görünüşte tamamen aynı olan bu üç heykelin arasındaki farkı ise yalnız ikisi biliyorlarmış.

                           
Heykeli yaptıran hükümdar bunu diğer ülkenin hükümdarına hediye olarak yollamış ve şöyle yazmış:

                          
“Bu üç heykel birbirinin tamamen aynısıdır ama, bir tanesi ötekilerden daha değerlidir. Onu bulursan bana haber ver” demiş.

                        
Hediyeyi alan hükümdar, önce heykelleri tarttırmış, gramına kadar aynı olduğunu görmüş. Ülkede bulunan bütün bilginler gelip bakmışlar ama arada hiçbir fark görememişler.
        
                        
Sonra, zindanda bulunan fakat çevrede zekası ile tanınan bir mahkum bu bilmeceyi çözmeye talip olmuş.
         
                         
Mahkum önce heykelleri çok iyi incelemiş, sonra çok ince bir tel istemiş.
                        
Teli birinci heykelin kulağından sokmuş, tel ağzından çıkmış,
                          
Aynı şey ikinci heykel içinde olmuş, onun da kulağından giren tel diğer kulağından  çıkmış.
                         
Üçüncü heykelde ile tel kulaktan girmiş ama hiçbir yerden çıkmamış. Bu kulaktan giren tel, heykelin içinde kalbe kadar gitmiş ve orada kalmış.
 
http://www.haytap.org/images/stories/haber_2/elde_etme.jpgHükümdar bunun üzerine şu cevabı yollamış:
                       
“Kulağından gireni ağzından çıkaran insan makbul değildir.
                        
Bir kulağından giren öbür kulağından çıkıyorsa, yine makbul değildir.
                       
En değerli insan, kulağından gireni yüreğine gömen insandır.
                      
Bu değerli hediye için teşekkür ederim.” Demiş.

------------ --------- --------- --------- --------- --------- --------- --------- --------- --------- --------- --------- --------- --------- --------- --------- --------- --------- --
http://www.haytap.org/images/stories/haber_2/denge.jpgKüçük Şeyler,                   
İkiz kulelere saldırı sonrasında , binadaki firmalardan birinde hayatta kalanlarla yapılan sabah toplantısında, o toplantıya katılanlar, 11 Eylül sabahı İŞE NİÇİN GEÇ KALDIKLARINI anlatmışlar.
                
O sabah,

-Bir firma müdürü o gün oğlu ana okuluna başladığı için İŞE GEÇ KALMIŞ...
-Birinin o gün ofiste kahvaltıda  yenecek olan poğaçaları  alma sırasıymış.
-Bayan elemanlardan birinin çalar saati o sabah çalmamış.
-Birisi kaza yüzünden trafiğe takılmış, geç kalmış.
-Biri otobüsü kaçırmış.
-Birinin kıyafeti lekelenmiş, üstünü değiştirmek vakit almış, geç kalmış.
-Birinin arabası çalışmamış.
-Biri telefonu cevaplamak için geri dönmüş, servisi kaçırmış.
-Biri huysuzluk yapan çocuğunu giydirirken geç kalmış.
-Biri taksi bulamamış, geç kalmış........ .

           
Ama en etkileyici olanı, birisi,  o gün yeni aldığı ayakkabıları giymiş, ayakkabılar ayağına vurmuş ve bir eczaneye uğramış, YARA BANTI ALMAK için......... ....Bu gün hayatta kalma sebebi olan YARA BANTINI almak için.........”


           
Şu anda,  trafikte sıkıştığınızda, asansörü kaçırdığınızda, tam çıkarken çalan bir telefona cevap vermeniz  gerektiğinde, yani sizi  rahatsız eden KÜÇÜK ŞEYLER olduğunda Allah’ın sizin  o an orada olmanızı  istediğini düşünün.
                 
            
Bir dahaki sefere sabahınız tersliklerle başladığında, çocuklarınız giyinmek istemediğinde, arabanın anahtarını bulamadığınızda, bütün trafik ışıklarına takıldığınızda HUZURSUZ olmayın, SİNİRLENMEYİN.

                  
Allah’ın o an sizi gözetlediğini ve koruduğunu düşünün.

                  
Bu küçük terslikler,  belki de Allah ‘ın  bizi o anda koruduğu için yaşanıyordur ve biz , umarım, küçük sıkıntılı  anlarda bunun olası nedenlerini hatırlarız.

Çarşamba, Ocak 05, 2011

I'm not a racist, I hate everyone equally!

ne zor şeymiş birine muhtaç kalmak!
muhtaçlıkta değil aslında bir rica idi sadece çoğundan istediğim, yine de adı ne olursa olsun ne zor şeymiş valla.






Rabbim sana şükürler olsun başımı sokacak bir evim var.
Ve yine kötü günümde sarılacağım bir eşim var.
Ağzı var dili yok bir bebeğim var.
Rabbim sana şükürler olsun elim ayağım var.
Karnımı doyuracak yemeğim var.
Ve yine sana şükürler olsun kocaman bir kalbim var!







Ümit'in askere gitmesiyle ben bir kez daha anladımki bu hayatta insanoğlu yalnız,yapayalnız.
Aile,anne,baba,eş bilmem ne bunlar bir dönem seninle. Peki ya onlar da olmadı?
İşte o zamana çok iyi hazırlanmalı. 'Dost' kelimesi anca bir taraflarımla güleceğim bir kelime şu sıralar.
Bundan sonra hayatıma hiç sokmayacağım aynı zamanda.
İnsan biraz,yaa az biraz yardımcı olmaz mı başka bir varlığa.
Bu nasıl bir iştir kardeşim.
Lan ben ne mal mışım!

Bundan böyle facebook dostu takılanlarında ben teee...
Hepsini engelledim.
Kimseyi istemiyorum.
Tez zamanda buradan da kaçıp gidicem.
Ne de haklıymışım meğer sızlanmalarım da.

Ne ekersen onu mu biçersin?
Hani ektiklerim.
Kimseye mi iyiliğim dokunmadı lan benim.
Zıkkım olsun ne diyeyim!
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...