sağ baştan

Cumartesi, Kasım 26, 2011

karanlık

ergen sevdalar biriktirip içimde dünyanın geri kalanının hiç mi hiç ilgilenmediği bir sorunun benim için yüklediği anlamı yine dünyanın geri kalanının anlamlandıramamasını deneyimlediğim zamanlarda dahi çok daha umutluydum.
oysa bugün kurum kültürsüzlüğünün hat safhada yer aldığı bir tuhaf ortamda her gün 10 saat aynı havayı soluduğum onlarca insan , içimde haklarında hiçbirşey biriktirmediğim halde ve yine hiçbir ortak paylaşımımız olmadığı halde beni zerre kadar anlamlandıramıyor. ben ise aynı dili bile konuştuğumuza emin olamıyorum.
sorun büyümek değil elbette, ergen olduğumda daha da büyüktüm. zira özgürlük büyüklük, büyüklük özgürlüktür bende. gitgide bileğimi sıkan bu kelepçe ise beni ufaltmakta, canımı acıtmakta gün be gün.

yaşamak bu kadar zor değildi eskiden, ben en fazla o 'çok' büyüttüğüm sevgimden çekerdim acılarımı. o acı  çekildikçe yakar yüreğimi beni ben yapardı. şimdi attığım hiçbir adım benim değil sanki.

yukarıdan iplerimi ileri geri çekiştiren ey sahip bana biraz şans ver. şans verki neleri değiştirebileceğimi gösterebileyim. 'ben' olabileyim.

Cuma, Kasım 25, 2011

deneme

az önce buzdolabını açtığımda geçen gün acaba nereye koydum diye 20 dakika boyunca düşündüğüm kırmızı biberi gördüm. böyle resmedilebilecek şekilde karmaşık son günlerde ruh halim. son derece duygusal olup koyverip ağladığımda oluyor, lanet edip gaddarca hislere kapıldığımda, sonra rüyalarıma giriyor bir bir bunlar. kah çıkıyorum gökyüzüne kah derin kuyuların en derinine saklanıyorum.Gereksiz bir telaş var yine de bünyemde, bir o kadar amaçsız, kendine güvensiz.
sorgulama faslını geçiyordum nice zamandır ama şu koşturmaca zaman diliminde yine geldi çattı aynı demler. ne, kim, niye , ne zaman, neyim, nerelerdeyim? tam da toplumun kendi yaratttığı bir kimliğe bürünmek üzereydim oysaki yakın zamanda. içimde bir yere yerleşmiş olan o anarşist duygular yine baş gösterdi ama onlar bile 'olgun' artık. bu arada olgunluk kaşarlanmak kelimesiyle aynı anlama geliyor bunu da yakın zamanda öğrendim. oldum mu artık bilemiyorum da biliyorumki kaşarlanmak da yüzüne höyküren adamlara gık demeyip alttan almaya yatkınlığa adım atmakla başlıyor.
öyle zamanlardayımki bir dişçi ziyareti sonrası metrobüsde yer alan üniversite gençliğine 'ne güzel lan istedikleri ayakkabıyı giyebiliyorlar' düşüncesinden hareketle yaklaşıyorum. ee hani mezuniyet sonrası özgürlük, kendini bulma laga lugaları. insan sadece isim etiketinden ayrılabildiği diğerleriyle aynı gömleği, kazağı, pantolonu giymek durumunda olduğu bir yerde ya da zamanda nasıl özgür olabilirki!
çok 'iş' odaklı olmuşum kanımca. oysaki kendime verdiğim nice sözlerden biri değil miydi s.ktir etmek mesai sonrası tüm herşeyi?
kendisine çay uzatıldı diye önce şaşkınlıkla bakan sonra tüm iyi niyetiyle yanlışlık olduysa geri alabilirsin diye açık kapı bırakan o amcanın oğluydu tüm bunlara sebep. önce evlenmiş sonra boşanmış sonra amcaya sadece torununu emanet etmiş, kendileri ise nerede belli değil. yengem üzüntüden kanser ama hala kocasından çekinen edalarla alttan alıyordu tüm herşeyi.
başını okşamak için yanına yaklaştığım kedi ise en son araba üzerinde uyurken sessiz sedasız ,bir gencin saldırısına uğradığından mıdır nedir kaçtı.
bir çocuğa şeker uzattım annesinin öğütlerinden yola çıkarak almadı.

bana gelince artık 50 yaşındaki iki çocuk annesi bir kadının arkamdan konuşarak kuyumu kazmaya çalışmasına bunu da sırf egoları için yapıyor olmasına şaşırmıyorum. dedim ya 'olgunlaştım'. biliyorum 'olmak' zorundaydım. hatta bir kızın yine hırsları uğruna bel altı çalışarak kendine 'statü' belirlemeye çabalarını bile anlayabiliyorum. çünkü sabah erken saatlerde merdivenleri çıkarken beremi kafama geçirerek önümü kapattığında arkadaşım bir idam mahkumunun idam sehpasına kafası poşetli olarak yürüdüğü anı hissetmeye çalışabiliyorum. çünkü ben hala o amca, o kedi, o çocuk, o kadın, o anne olabiliyorum. 'kaşarlanmak' insanlığımı kaybetmemi gerektirmiyor. hala hayaller kurabiliyorum. hala 'ya onun yerinde olsaydım' diyerek atıyorum adımlarımı. kimse benim yerimde olmak istemiyor mu yoksa? buna da pekala.

Cuma, Kasım 11, 2011

bir bayrama daha veda ederken

çok şey var yazmam lazım gelen. yani sanki yazmazsam içimde patlayacak olması kendilerini lazım getiren. ama hem vakit darlığı hem kategorinin geniş yelpazesi sebebiyle kısa tutmak gerekecek bu paylaşımı da sanırım. neyse biz bir yola çıkalım bakalım.
nicedir yaşamadığım huzur dolu bir bayramı ardımda bıraktığımı bildirmek isterim öncelikle. katkılarından dolayı üst nesil Yılmazlara da teşekkürü bir borç bilirim. En son Haziran da yiyebildiğim enginarımı emin ellerden yapılmış olaraktan yediim, Kordon'da kahvemi içtiimm, film tercihi iyi olmasa da uzun zaman sonra Cinebonus'ta filmimi izlediimm,Alsancak sokaklarını arşınladııımm ve sonunda Foça'yı da ziyaret ettiimm. Tüm bunlar sosyalleşme eylemleri idi ama bir de içerde yaşanan tatlı telaşeler vardı. Meraklı misafirler, özlemler, sitemler, peşin sıra demlenen çaylar derken bu bayramın tadı damağımda kalmadı desem yalan olur.
İzmir'e bu kez 'acaba burda yaşasaydım' gözüyle baktım. artılar da vardı eksiler de ama bir müddet daha İstanbul ağır bastı sanki. Bu müddet öyle çokça uzun müddet değil ama 3-4 sene en fazla. Sonra gitmek lazım Ege'ye, huzurun kucağına.
Kızımı ayrı sevdim. Misafir olduğunu unutmadı ve her an komutlarımı dinleyerek, beni anlamaya çalışarak, yanımdan hiç ayrılmadı. Bana yaşattığı mutluluğu düşünmeden, düşündükçe ağlamadan edemedim.
Gelelim koca zadeye; güzel insandır o, ara ara sinir eder ama özünde iyi çocuktur :p aslında genelde çocuktur. iyiki takım elbiseli değildir, sırtında çanta ile sokak sokak gezinmek ona iyi gelir, kızını sever ve korur ya bulunmaması lazım gereken yerlerde saatlerce kafesini elinde gezdiriverir. iyiki ruhu vardır, eştir, bencil hiç değildir.yine özverili, yine anlayışlı yine dengedeydi bu bayramda. sabrına öldüğüm.iyiki egosu sıfır, iyiki kindar değil. güzel yürektir o çekirdek ailesi her zaman en üsttedir. yine ağlayasım var mutluluktan o sebepten ötürü bu kısmı burada keselim.
bu arada bahsetmeden edemeyeceğim benim gözümde her geçen gün ulvileşen Anadolu Turizm ikinci hatasını da yaptı ve anında kredilerinin tümünü tüketti.bundan böyle anti Anadolu Turizm. Ah ah oysaki ne çok severdim ben seni. İlk hatayı bayramdan bir buçuk ay öncesinde bilet almaya gittiğimde 25 gün opsiyonlu biletler yüzünden bana satış yapmayarak yaptı. Ve benim memnuniyetimi unutarak 'müşteri memnuniyeti' diye adlandırdı bu durumu. Ardından garajda barındırdığı türü belirsiz cisim bana höykürünce anladımki Anadolu memnuniyeti her büyüyen firma gibi alt sıralara çekivermiş yazık.

p.s: fotoğraf karşıyaka'dan. kalabalığı hoş olmasa da kuş kalabalığını sevdim.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...