sağ baştan

Pazar, Mart 25, 2012

Nick Cave & the Bad Seeds - Into my arms




her ne kadar imkansız gibi görünse de beklentisiz olmakmış hayatı devamlı kılan. ya da mutluluğu mu demeliyim acaba. beklentisiz olunca insan gördüklerine üzülmezmiş;belki hafif kaldırarak kaşlarını şaşırmışlık katarmış ifadesine o kadar. canı acımaz olurmuş eskisi kadar, içi yanmaz, üzülse de çok acıtmazmış.
ben şimdi şaşırdım mı, üzüldüm mü bilmiyorum ama iyiki oldu,
herşey böyle daha güzel oldu, olacak; olmalı da!


'Seni seviyorum demek; ruhun ve bedenin bütün zerreleri zikre susamışken, söylenmezse ölmek demekti. Söylemem değildi mesele, söylemezsem ölmemdi.' Söyledim hiçbir şey değişmedi.

Şimdi kafamda 30 yıl sonramız var nedense, yine beklentisiz sadece tek bir isteğim olacak, umarım pişman olmayız, yaşayamadıklarımız için birbirimizi suçlamayız. Korkaklıklarımız için kızmayız birbirimize, umarım bir daha birbirimizi düşleyecek boşluklarımız olmaz. Beklentisiz, günü birlik hayatlara merhaba öyleyse, hoşgeldin sen de bahar.

Pazartesi, Mart 05, 2012

en çok ne zaman seviyorum seni biliyor musun hani göz altların hafif şişer biraz melankoliksen belki beni üzmüşsen. belki de ben seni üzmüşsem elbette. bunu çok sık yapsam da kabullenemem; tıpkı bol yanlışları olan diğer günlerim gibi.baksana şimdi dahi ben olma ihtimalini sonradan düşündüm işte. her neyse ; o üzgün olduğun zamanlarda zaten hafif şişmiş olan o küçük gözlerin iyice şişer ve sen de küçücük bir çocuk oluverirsin tıpkı onlar gibi. tüm hırslarından, mutsuzluklarından arınır ve sadece benim olmak istersin. yalnızlığından dem vurur bir tek iki kişilik dünya hayal edersin. o zamanlar bazen kızarım sana olmaz böyle diye ama içten içe öyle mutlu olurumki bilemezsin.

tüm ellerden güzeldir yamuk yumuk kesilmiş tırnaklı ellerin ve kolların güçlüdür hep her yükü kaldırırabilirim der gibi dik durur. bazen öne doğru eğersin ama kimse bilmesin istersin. aslında rol kesip entellektüel ve cool takıldığın zamanlar çoğunluktadır ama beni görünce hepsini unutup sadece sen olmayı seçersin. o zamanları öyle çok severimki özel hissederim kendimi, sen benimsin ben de sadece senin olmak istiyorum demek isterim bazen, bazense kandırma kendini der susarım. bir de kızgınlıkların vardır elbette, anlaşılmadığını düşündüğünde öyle çabuk bozulur öyle çabuk küsersinki herşeyden vazgeçersin. hayat öndedir 1-0 hatta kimbilir 5-0 bizim yenmemize ihtimal dahi vermezsin. inandığım masalları silersin. ama camın buğusuna dahi çizer yeniden başlarım ben her defasında bilmezsin.

Bora Öztoprak - Akdeniz Geceleri

Pazar, Mart 04, 2012

sonsuzluk

Onu ilk gördüğümde kaç aylıktım ya da kaç yaşındaydım bilmiyorum ama onu hatırladığım ilk zamanlar altı-yedili yaşlarım. Yazları köye gittiğimizde yaşadığı o bohem hayat ve desteklenmek zorunda kalınan işleriyle bile gözüme güzel görünürdü çoğu zaman. Ata biner, tarlayı eker, biçer bana salkım salkım üzümler getirirdi. Bir de akşam üstü dağlardan inen hayvanlar gözümde öyle büyürdü ki hepsi ayrı birer masal kahramanım olur kalırdı. Bir gün yine ata binmenin cazibesine kapılmış tutturmuşum atın beni arkaya diye ama hayvancağız hem yük dolu hem de benim gibi toy bir çocuğa tahammül edecek modda değil.  Ama kıramamış beni oturtmuş arkaya otların arasına, at huysuz,at doğduğuna pişman derken şaha kalkıp son sürat nal almaya başlamaz mı? Eyerlerine takılmış yerde sürünen kahramanımın o fotoğrafı hiç gitmez gözümün önünden. Sonra babaannemin hastalığı, vefatı, yanımızda yaşama zorunluluğuyla köyden ayrılması derken hayat iyice çekilmez oldu ona. Ama yine de hiçbir zaman söyle bebeğim, duymadımki  ya da başım ağrıyordan başka çok da şikayet duymadım. ‘napıyorsun dede?’ ‘ne yapayım bebeğim?’ doğru ya ne yapsın adam 90 yaşında. Sahi ya ne yapar bir adam 90 yaşında? Ne yaparız biz yaşlanınca?
Şimdi mi? Sesi yok, kuvveti yok, azmi yok, sanki zorla alıp verdiği nefesi olmasa canı da yok. Yatıyor sadece uzunca, yatıyor sadece sonsuz uykuya dalmayı bekler gibi. Kimbilir neyi özlüyor, neyi istiyor son kez? Sorduğumuzda bir şey isteyip istemediğini gözlerini hayır anlamında iyice açmaya çalışıyor o kadar. Peki ama aslında ne bekliyor? Bir gün ölümü beklersem sessiz çığlıklarda birinin başıma elini koyup ne istersin son kez diye sormasını beklerim sanırım. Bu acımasızlık mıdır acaba bilmiyorum ama düşünceli olmaktan kaynaklanır gibi geliyor bana. Acımasızlık gibi görünecek diye ödüm patlıyor ve soramıyorum; soramadım da evet ama sorsunlar bana. O an aklıma ne gelir bilemem ya da şuan umursadıklarımın kaçta kaçını umursarım göremem ve elbette o günleri görecek miyim düşünemem bile ama sorsunlar bana.
Dedem; önce babaannem ben ergenken,sonra anneannem ben büyürken şimdi de sen. Hepiniz gidiyorsunuz birer birer ve sonra benim hiçbir üst kuşak akrabam olmayacak öyle mi? Yani ben kronolojik olarak ölüme yaklaşan ikinci kuşak olacağım; yani bir nevi yaşlanacağım. Dedem ne kadar bencilim değil mi? Senin gitme ihtimaline bile kendi penceremden bakıyorum usulca. Neden biliyor musun hayatın en kahpe, en boktan zamanlarından aldık nasibimizi. Herkes koşuyor at gibi bir yerlere. Hepimizin derdi daha, daha ve daha dedecim. Orada boylu boyunca uzanmış son nefeslerini alıp verirken aslında neler geçiyor aklından kimbilir ama benim derdim hala biz, hala ben! Ne garip olduk, ne garibim ben. Herşey olması gerektiği gibi ilerliyor, kimi doğuyor kimi ölüyor demek midir büyümek dedem? Yani ben büyüdüm mü şimdi, koşarken görmemişim, kaçırdım mı dersin?

Cumartesi, Mart 03, 2012

hacıoğlu'na ithafen.


Bana bir söz yazan yoktur bugün, olmaz da bu saatten sonra. Unumu elemiş eleğimi asmışım ben zaten. Geçmiş zaman sinsice, fark ettirmeden.
 Bu arada biri bana bilgisayarımı silmem gerektiğini söyleyebilir mi? Tıpkı az önce montumdaki pati izlerinin artık temizlenmesi gerektiğini açıkça söyleyen vedatcan gibi.

Bu pis kokulu ve hep aynı şarkıların dırıdıt dırıdıt diye devam ettiği ve hatta o şarkıların anlamını yitirerek marş haline geldiği, etrafımda lahmacun gümleterek cilveleşen çiftlerin olduğu yeri seviyorum galiba. Kimse takmıyor beni, yazıyorum, okuyorum, çiziyorum gidiyorum. Kimse ne merhaba diyor ne hoşçakal yani kısaca ne başlangıçlar var ne de sonlar.

Funda arar sanırım bu affetmem diye bağıran. Anmam diyor senin adını, pek iddialı geliyor bu sözler bana. Zaten hep iddialı sözler değil mi bize tükürdüğümüzü gerisingeri yalatan. Sinirlenmiş bir insan, nefret dolmuş, üzülmüş, kalbi kırılmış insan ve bunun gibi bir sürü senaryolar ardından  kurduğumuz o iddialı cümleler değil mi bizi nefretlik yapan.

Bu kadar girizgah yeter. Bir sürü haller içinde halim, gözlerim yarı kapalı gün boyu. Bu zamanları iyi biliyorum. Kendimi kederlere atıyorum. Yalnız kalacağım, yalnız olacağım. Ben kocaman evde bir başıma ne yaparım Tanrım. Laralayi doy doy laradaydoy, laraday laraday, laradaydoy.

Şey göbeğeeem büyüdü çokça Mart sonunda galaya katılacağım oysaki! Ben bu işe katıla katıla gülerim işte.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...