sağ baştan

Perşembe, Eylül 30, 2010

'standart paket'

şu sıralar kuracak hayalim bile olmadığının farkına vardım.
bu ümidi kesmişlikten mi kaynaklanıyor yoksa artık beklenti içinde olmama durumuna yol açacak olgunluktan mı kestiremiyorum. ama sanırım ne olgun,ne büyük olmak ya da hayalsiz kalmak istemiyorum.

ben çok yanlış yaptım pek çokları gibi,hatta bazen bile bile yanlışlar yaptım.çünkü yaşamadan olmuyordu,kulaktan dolma nasihatlar beni adam etmiyordu bunu hep biliyordum. ama yaptığım yanlışlardan pişman olmadım hiç.yine pek çoklarının bir türlü cesaret edemedikleri adımları atarak,yanlışlar yaparak anladım elimde kalanların güzelliklerini. hem o her yanlışın da beni mutsuz ettiği söylenemezdi.ki zaten çoğu zaman yanlıştır güzel olan fikrimce.doğruyu herkes yaşar. peki ya yanlışı yaşamaya cesaret etme meselesi?
              

insan ömürden yediği her an 'garantilemek' psikolojisi içinde daha da korkak oluyor. işini garantileyip nefretle devam eder oluyor,artık bir ev alma olayını garantileyip sevmese de kendini ona ait hissetmeye zorlar oluyor.
özgürlüğümü geri istiyorum.garantilemek fikri midemi bulandırıyor ben hep uçurum kenarında kaybetme riski içinde heyecanla,umutla,doya doya yaşamak istiyorum bu ömrü.
nefesimi sadece kendim için harcamak,herkes olmamak. kendi doğrum olan yanlışı yaşamak istiyorum.
fırsat varken,hala hayattayken...

Pazartesi, Eylül 20, 2010

doğum dönümüm


ben dün akşam hayatıma hiç dahil olmamış ve olmayacak olan,hiçbir karesinde yer almamış ve almayacak olan
hayatın herhangi bir yerinde yer alan herhangi birinden ,herhangi
bir msg aldım.

öyle gereksiz bir kıvamdaydıki!hem ümitsizdi gereksiz olduğu kadar,bitikti.
düşündüm; birini, özellikle bu kadar uzağımda tuttuğum birini bu kadar nefret duygularıyla
doldurup taşıracak ne yaptımki diye.

nasıl bir uğraş verdimki yüreğinin ortasına tarafımca
kurşun atılmışcasına böyle çırpınıyordu,bana aklına gelen asılsız sözlerle saldırıyordu
son bir can havliyle?



hayat denilen bu karmaşanın kendimi az çok tanıdığım evrelerinden başlayarak, hep ya 50
ya da 75  yıl veririm bu bedene. ne bir az ;ne bir çok ne de üçüncü bir ihtimal. ve uzun
olanı tercih ederim mutlu günlerimde. yine böyle günlerimden biri olan bugün doğum dönümüm
benim. hayatımı 3 eşit parçaya bölecek kadar iyimser olduğum bir günde bile gitti biri kaldı
ikisi diyecek kadar da kötümser olmayı becerebiliyorum yine de.bu arada gördüklerim göreceklerimin üçte
biri ise de kalanında hakkımı sadece iyi olanlarla devam ettirmekten yana kullanmak istiyorum.

farkındayımki çoğunun bir ömür istediği,dilediği tüm güzellikler avucumun orta yerinde yer almakta zaten.
bu sabah uyandığımda sağımda herkesin 'köpek' benim gözümdeyse bambaşka bir varlık olan kızım
,solumda bu yastığa kalan 2 ayrı bölümde de başımı koyacağım 'eş'im yanaklarımı doyamayarak
öperken ve koridorda ilerlerken benim için her gün yenilenen notumu okurken,gün boyu gelen kutlama
msg larını alırken bu duyguyu pekiştire pekiştire düşündüm ve anladımki
yukarıda bahsi geçen 'ŞEY' hayatında 'yuva' diye isimlendirdiği haneye hiçbir zaman gerçek anne olamamış,o haneyi daha
başında 'yuva'laştıramamıştı. ne istediğini bilememişti hiç; bilerekten hemde. gözleri bir gün
olsun bir güzelliğe takılamamıştı ve hiçbir güzelliğe de karışamamıştı sonra. Bir hayali dahi olamamıştı.
ve işte bunlar yüzünde olsa gerek benden nefret etmek için çok sebebi vardı kendince.


fener sahilinde tutulan koca koca balıkları izleyerek yemeğimi yediğim,ardından İstanbul'a kuşbakışı izlerken
semaverde kaynayan çayımı içime çeke çeke içtiğim ve Süleymaniye'nin önünde biri siyah biri sarı iki
kedinin başını okşarken kızımı evde bıraktım diye hasretle koştuğum bugünde ömrümüm üçte birini harcamış olmama üzülmedim.
çünkü koca ömründe bir hayal edinememiş olan tüm 'ŞEY'lere inat ben bu ömür için nice nice hayalleri gerçek etmiştim.
emeği geçenlere sonsuz teşekkürlerimle.

Salı, Eylül 14, 2010

dear frankie

gece yarısı dram filmi izlemek insanı iyice bunalımlara sürüklüyor bu gece daha iyi anladım.
geçen günlerden birinde izlemeye karar verdiğimiz ama sonrasında kardeşlerimin ev ziyareti sebebiyle izleyemediğimiz bir film Dear Frankie. bugün bitiriverdik iyikide öyle ettik ama gözlerim dolmadı sadece ağladım yine bitiminde. düş gibi ,bir de yaşamı olduğu gibi kabul etmiş olgun bir film.alıp bir çanta sırtına kaçası geliyor insanın bilinmeyene. kaybedecek birşeyinin olmaması ne güzel elinde hiçbir şey yoksa.

Cumartesi, Eylül 11, 2010

sahile...

öyle huzur doluyumki!
sessiz,karanlık,yavaş,telaşsız bir akşam daha.
ne üşütecek kadar serin,ne sıcaklığını hissettirecek kadar ılık bir rüzgar esiyor.
herşey tam kararında.
gece korkutmuyor. zaman durmuş gibi.
dolar hamaktan indi. o bu kadar karanlığı sevmez,tedirgin olur hep.
yanıbaşımda yatak yaptım ona yastıktan.bir kapanıyor gözleri,bir bana bakmak için açılıyor.
ümm nargile başında. 'sahile insek mi' diyor.
biliyorum sonra da yazabilirim ama herşey bu kadar sahici olmayacak o zaman.
onun için şimdi paylaşmak daha keyifli oluyor.
bugün bütün gün hamakta yatıp kitap okudum.
hayat futbol değildi bugün,basketbol ya da hiçbir spor dalı değildi.
siyaset değildi hayat bugün. ne evet ne hayır hiçbir şey değildi.
iş değildi,gelecek değildi,geçmiş hiç değildi hayat bugün.
hiçbir şey doluydu ve dahi hiçliğin ta kendisiydi.
bende o hiçliğe teslim oldum ve mutsuzlukları unuttum.
unutmak için kasmayarak hem de, zaten herşey kendiliğinden oldu...
şimdi sahile iniyoruz...
dalga seslerinde hiçbir şey düşünmeye.
görüşürüz.

Perşembe, Eylül 09, 2010

tatile giren bayramlara...


saat gece yarısını geçti yani aslında bugün bayram. ama hala uyumadım,zaten yarın kamp için yola çıkıyoruz.

oysa eskiden olsa bilmemki kaçıncı düşüme dalmış olacaktım bu saatte. koltuk üstünde çorabına kadar takım
yaptığım elbiselerim elimdeki tek nimet olacaktı. koluma taktığım çantada biriktirecek olduğum harçlık ve çikolatalar
varlığımın tek malı mülkü olacak ve ben onlarla neler yapacağıma karar verebilmek için de ayrıca günlerce hayal kuracaktım.
sabah leblebi tozu yemenin yanı sıra,elleri öpmek üzere yola çıkacaktık annemle,babamla.
babam kızacaktı anneme uzun süren ziyaretlerde çünkü daha gezilecek çok yer olacaktı. sıkılacaktık bazılarından,büyük amcaların evlerinde oyuncak bile olmayacaktı isyan edecektik. çatapatlara 10 kuruş verip, kız kaçıran almaya kızlar olarak ürkecektik. nes'e de benimle aynı elbise alınınca trip atacak sonra
kabullenecektim durumu. kolkola gezerken abla olmanın verdiği olgunlukla daha büyük harçlıkları kaptığım için övünecektim kendimle.
hava kararmasın, akşam olmasın, gün bitmesin isteyecektim. anneannem yaşıyor olacaktı. esprileri kırıp geçirirken o gayet ciddi durarak durumu daha da komikleştirecekti.

oysa yarın bunların hiçbiri olmayacak. anneannemin toprak olduğunu hatırladıkça gözlerim dolacak; kardeşlerim babamla uğraşadursun, kendi huysuzluğu yüzünden
görüşmediği kızını hiç hatırlamayacak. annem hatırlasa da 1300 km uzaklıkta ancak bir telefonla yetinecek. bırakın harçlığı,büyüdük diye çikolatadan dahi men edilip sıradan hayatlara mahkum edilişimizi uzakran izleyeceğiz. çatapatlar olmayacak kızlar pespembe,erkekler tikky shoplardan aldığı ergen gerisi kıyafetlerle etrafta salınacak ama kimsenin koluna astığı bayram çantası olmayacak.

şimdi böyle bayramlarda; kapıya mahcup bir şekilde uzanan masum ellerin yerine,kapıyı indirircesine yumruklayıp 'şeker' diye böğüren çocukların olduğu böyle bayramlarda, uzaklara gidiyorum. kamp yapıp,mangal yakmaya,hamakta sallanıp,kitap okumaya,denize girip huzur bulmaya.

bayramların sadece 'tatil' olduğu günlere merhaba. seni de yitirdik uzun zaman önce de alıştık,unuttuk...

Çarşamba, Eylül 08, 2010

son günlerin ortak konusu...

az önce akşama kadar 100 kişinin elini ayağını ve dahi bilimum yerlerini sürtüverdiği bir kalemi gayri ihtiyari
ağzıma soktuğumu düşündükçe midem kalkıyor.
ama asıl yazmak istediğim konu bu değil elbette.
şimdi bir de gün içinde gelen müşterileri analiz ederken aniden gişeye gelen müşterinin
'faturam neden az geliyor' dediğini hatırlayıp içten içe 'allahım insanların ne çok vakti var' diye düşünmeden edemiyorum.
tabii bir de kol kola gelerek 'biz bir gün zabıtayı aramıştık ne zaman aradığımızı bilemiyoruz 2007'den bu yana
aradığımız numaraları verir misiniz' diyen çiftimiz var.
ama bunlar da değil elbette yazmak istediğim.
son günlerde sürekli 'aşk' konuşur olduk. bu sonbahar herkesin böyle bir sorunu var sanırım. yeni denizlere açmak yelkenleri...
bunun neresi sorun diyebilirsiniz elbet. ama aşk başlı başına bir sorun değil mi zaten!
ne garip bir histir; karnına ağrılar girerekten düşüncenin tek, duygularının tek, hayatının tek bir amaçta birleşmesi.
gözünün başka hiçbir şey görmemesi ondan başka. tek bir kelimesiyle uçmak gökyüzünde,bir üzüntüsüyle kahrolmak.
umutsuzlukları bir yana bırakarak düşlerine almak 'o'nu bir daha bırakmamacasına sımsıkı sarılmak.
gitme ihtimalinde dahi canının acıması ve onsuz günlerin aslında 'gün' olamayacağı kaygısı.
aşk bir oyun aslında kendimize oynadığımız. tüm herşeyi atarak etrafımızdan,şuursuzca kucakladığımız. sorgusuz teslim olup, acıya alıştığımız.

kendimizle oynadığımız bir oyun aslında. canımızın yandığını bile bile gözlerimizi kapatarak yalın ayak üzerinde koştuğumuz ateş . yanmak aslında aşk,kömürleştiğinin bile farkına varmadan.tek yalan ama aynı zamanda tek gerçek kıldığımız.

Pazartesi, Eylül 06, 2010

tercih?

herşey olması gerektiği gibi. günlerin ayları kovalamasından tutun da, trafiğin akış yönünün değişmeyişi,insanların akıllarının estiği gibi kalp kırmaları,sebepsiz sevmeleri,zamansız terkedişleri...ben işte bu olguya takılmış durumdayım şu günlerde.yani neden herşey bu kadar monoton olmak zorundaki? bir olay da yanıltsa ya bünyemi? şöyle nefrete yakın hisler beklediğim biri öyle bir tavır sergilese ki utansam kendimden,herkes aniden kırmızı ışıkta geçmeye başlasa akan trafikte, bir sabah kimse işe gitmese tam vaktinde,sabah bambaşka bir pastaneden simit alıverse Hasan amca...

sonra bir başka olgu da işte tüm bu cesaretsiliğimizin sonunu, kabullenişleri 'hayat' a bağlayıvermek.

-hayat işte.
-kader.
-böyle olmalıydı.
-yapacak birşey yok.

devir kıçını yat sen gelişigüzel sonra bir güzel kabullen herşeyi olduğu gibi ve ardından tüm suçu at hayata şuursuzca.oysa dilediğin ne varsa bu hayatta elde etmek için canını ortaya koymaya değer. aksi halde ben pek 'yaşamak' diye isimlendiremiyorum ben bu varoluşu,'ölüm'dür bu apaçık kimliğin yok oluşu.




ne yani tek uğraşın olan yaşama eylemi için elinden geleni ardına koymamak bu kadar zor mu?

Cuma, Eylül 03, 2010

yalnız




kalbim acıyor esintili bir eylül akşamında.
umut dolu  bir ayşe olmak vardı, çaresiz bilge olmak yerine.
ama bir yerlerde bir tanımlama da bulunmak bile güzel.
bunlar bir avuntumu yoksa yenilginin vermiş olduğu kabullenme duygusu mu bilmiyorum.
acı çekiyorum,gözlerimi kapatıp sonra tekrar açtığımda herşey bitsin istiyorum.ya yeniden başlasın, ya da tamamen sona ersin istiyorum.
kalbim acıyor;eriyorum!

Perşembe, Eylül 02, 2010

'son' bahar

gece yarısını geçti saat. uykum yok hiç ama olmak zorunda yoksa sabaha uyamam. bir önceki cümleye son bir yıldır koşullanmış durumdayım; aksi asla gerçekleşemez gibi. geç yattığım her gecenin sabahına uyanamamaktan bu kadar korkan ben sanki sabahları gözlerim hiç açılmayacak ve yığılıp kalacakmışım gibi hayal gücümün yarattığı bir cansız 'ayşe' getiriyorum gözümün önüne.ne gereksiz uğraşlarım var allahım!

bu sabah sonbaharın ilk gününü yüzüme yüzüme vurdu rüzgar evimizin önündeki yokuşu hızla tırmanırken. ben yazın ne çabuk geçtiğini düşünürken hala kabullenemediğim bir eylülün başladığını düşündüm bir an. yeni bir yaşıma daha basacağımı;ömürden bir yaş daha çalacağımı...

yaşının geçkin olması mıdır 'yaşlanmak'? geçiyorsa zaman her an;hepimiz geçkiniz o zaman? ben daha çocuk olmaya alışamadım nereye gidiyorsun yetişkin zaman?
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...