sağ baştan

Pazartesi, Aralık 27, 2010

vestel 0 - ayşe 1

vestel ile verdiğim 60 gün ya da daha fazla süren bir mücadelenin sonuna geldim( umarım )



daha iki yıl öncesinde beyaz eşyalarımızı beyaz umutlarla birlikte seçme evresindeyken whirpool iyidir hoştur dedik ama servisine vestelin baktığını nerden bilebilirdik! bir gece ansızın bozulan buzdolabının bir parçasının 35 gün boyunca manisadan gelmesini bekledik önce.hatta bir ara beklemekten sıkıldık orayı burayı ara ara sonunda o onu bu bunu şu da sunu bağlayınca bu bağlardan merve ablaya ulaştık aha da söz veriyorum valla billla size yeni buzdolabı gönderiyorum dedi ve aksilik olursa beni bu numaradan arayın. heyecanlanan kocam o numaranın çağrı merkezi olduğunu farkedene kadar artık çok geçti!


sonra öyle biri yok dediler ne hikmetse kaç bin çalışana sahip olan çağrı merkezinde merve diye biri olmadığını ilk hecede söyleyiverdiler. sarı çizmeli mehmet ağayı bile sorsak az biraz bakınırdı insan etrafına de mi? yok diyip kestirip attılar. rüya gördük herhalde dedik buzdolabı hayalimizi süslediğinden.ne yaptık ne ettik ses kayıtlarını falan dinletemedik. yoktu öyle bir abla biz uyduruvermiştik!


sonra geldi parça amaaaa bozuk!
35 gün bekle ve gelen parça bozuk olsun.
ama sağolsun servis amcalar ekstra da istemişler bunu da öyle güzel dile getirdilerki. ne yani bozuksa bi 35 gün daha mı beklicezz? yok abla biz bundan 4 tane söyledik bozulursa yine diye.ileri görüşlü insanlar sayesinde bu kez işimiz hallolmuştu. artık buzdolabı kullanıma hazırdı buna emin olabilirdik.
2 hafta idare etti ve yine içindeki herşey de çöpe gitti. bu kez tanı koymaları çok zor olmadı.
-'hımmm sanırım elektirik gitmiş gelmiş ondan olmuş bu
evet evet ondan
siz kapısını açın iki gün kalsın öyle sonra düzelir!



biz de öyle yaptık mecbur. derken az biraz soğutur gibi oldu tamamdır dediler.
2 gün idare etti ve yine herşey çöpe gitti.

çağrı merkezini her aradığımda da herkes beni anladığını ifade etti.
ben güzin ablayı aradım sanki.
sağolsun pek anlayışlılar.

bu kez artık servis amcayla kanka olduk ya direk onu aradım gelsene amca bizimki yine gitti diye.
tamam eve biri gitsin geliyorum ben.
eve gittik gelmedi.




yarın arayın gelicem abla.aradık ulaşamadık.
yarın dörde kadar ablaa...
ne gelen var ne giden.
bu kez çağrı merkezine ağladım artık yalvardım.

bu işkence bitsin yalvarırım noolur alın bunu bi tane daha alayım geri vereyim noolur diye.
yok yok yok.
sonra bir gün çıkageldiler.
meğersem arkadan kablo mu ne kopmuş.
aslında tüm sorun buymuş!
ben bu aralıkta bir de şikayet yazmıştım web ten

derken herşey bitti.
cepten aradı beni çağrı merkezi.
işteyim açamıyorum ama anlamıyor 3 kere aradı peşpeşe.
ev numaram
annemin numarası
masa numaram hiçbiri denenmedi bile
sonra mailime düşen bir yazı

Sayın Ayşe GÜLEÇ ,
Başvurunuzla ilgili olarak verdiğiniz iletişim numaralarından size ulaşılamamıştır. Size ulaşabileceğimiz başka bir telefon numarası iletebilirseniz  en   kısa süre içerisinde sizinle iletişim kurulacaktır. Ayrıca isterseniz aşağıdaki müşteri hizmetleri numaramızı arayarakda bize ulaşabilirsiniz.
Not: Daha hızlı iletişim sağlanabilmesi için cevabınızı, size gönderilen bu mail üzerinden REPLY seçeneğini kullanarak göndermenizi rica ediyoruz.

Saygılarımızla,
Vestel Pazarlama AŞ.
tuketicihizmetleri@vestel.com.tr

(212) 444 4 123
 
 ve Sayın Ayşe Güleç'in yanıtı,




Sayın ilgisiz,

Zira sizi ilgili diye tanımlamak son derece esprili bir yaklaşım olur.

Şikayetimin üzerinden 23 gün geçtikten sonra işyerimde müşteri ile birebir konuşuyor olmam sebebiyle açamadığım telefonumu ısrarla ve peşpeşe arayıp ardından da bu hızlı dönüşünüzü
bir maille perçinleştirmek çok zor olsa gerek.
Bahsi geçen sorunun bir buzdolabı ile ilgili olduğunu ve bir evde buzdolabı olmadan yaşamanın ne demek olduğunu anladığınızı hiç düşünmesem de belki anlamanızı kolaylaştırmak için şunu belirtmem gerekir ki
son iki ayda en az 500 tl zaten bozulan gıda maddeleri için çöpe attım. Çünkü servis her geldiğinde tamamdır dese de birkaç gün sonra aynı sorunu yaşadım.
Nihayet tüm uğraşlarım sonucu 5. kez gelen arkadaşınız aslında kabloların koptuğunu çözebildi.
Aynı insan aynı buzdolabı! Ama problemi sadece teşhisi için aylar geçmesini bekledi.
Bu size ayrı bir haz mı veriyor bilmiyorum.
Servisinizden,beni sürekli anladığını ifade eden Çağrı Merkezinizden ve çalışma şeklinizden hiç memnun kalmadım.
Dilerim bir daha size muhtaç kalmam.

Ve yine size sorarım bilmem kaç milyon nüfuslu sevgili ülkemizde REPLY seçeneğini anlayacak insan sayısı bir elin on parmağını geçmezken böyle kaliteli insan arayışı içine giriyorsunuz da
çalışanlarınızı seçerken niye aynı titizliği göstermiyorsunuz?

Not: arayarakda değil arayarak ta şeklinde yazmanız gerekir bilginize.

Saygılarımla,

Pazar, Aralık 19, 2010

trajikomik

nicedir yazmaya çalışıyorum ama bir türlü olmuyor
en büyük engelse bizim kızın burnu.
ümm gitti gideli iyice melankolik takılır oldu hatun kişi.illa gece gündüz kucağımda
yanağı yanağımda , kolu kolumda olacak! burnunu da kucağımdaki netbook'u yere atmak için sinsice kullanmıyor değil. sürekli ilgi isteyen bebeğimi öpüp koklarken de klavyeden uzaklaşıveriyorum.














ilginç olduğunu söyleyemem günün,
ama ilginç replikler kaldı kulağımda.
bugün en çok satıcılar çekti dikkatimi özellikle selpak al'cılar.
mecidiyeköy  metrosunun oracıkta
'biiiirr mendil al
biirrrr mendil al

biiiirrr mendil al bir ıslaaakk mendil al'
şeklinde vurgusunu ' bir 'den ' ıslak mendile 'çeken teyze








metrobüs yolunda ise
'mendil alınııızzz
mendil alınıızzzz'
diye bağıran kibar amca.












yine de en çok ellerinde koca koca gazetelerle beyoğlu'nu yaya trafiğine kapatan solcu gençliğe uyuz oldum.

ve yine en anlam veremediğim bir grubun broşür dağıtırken 'ingilizce' diyip kurs şeysilerini eline tıkıştırmaya çalışan ' vurdumduymaz' propagandacı halleri. bari azcık inanmış gibi yap o şirkete di mi?
hem 'ingilizce' ne ya!
kurs de eğitim de bişey de.'ingilizce' çat broşür elinde!

bir de güldüren detaylar varki bunlardan ilki taksim metro da yabancı bir amcanın birilerine soru sorarken
soru sorduğu kızın yanıtlayamaması ve arkasına bakıp 'ingilizce bilen var mııı?' diye çığırmasıyla
herkesin amanın kaç kaç kaç edasıyla ordan oraya dağılması ve niyeyse bu genç bayanın' ne biçim ülke ne biçim insanlar nasıl bir Türkiye yabancı dil bilen nasıl olmaz' diye höykürmesi. sanki kendi Türk değil sanki o yabancı dilden muaf geldi bu hayata!

hayat garip evet ama sanki bizim ülke daha bir enteresan?
bilmiyorum belki de ben yanlış pencereden bakıyorum.


 gelelim ümm'eeee
'herşey vatan için' diye bağırırken sesi gitmiş kocamın.
bu sabah olmayan sesi ile konuşmaya çalıştım.
bir grup insanı 5,5 ay işinden gücünden edip ve kelimenin tam anlamıyla hiçbir şey yaptırmadan
çok şey yapıyormuşcasına 'herşey vatan için' diye bağırtma eylemine askerlik görevini yerine
getirtmek gibi bir anlam yükleniyor ya pes doğrusu.
bugün yani tam bir hafta sonra ilk kez banyo yapmışlar.
ve dahası bütün gün bahçede gezip temizlik yapmışlar.
bu ne çelişki vatan sadece bir kara parçası değilki!
onu vatan kılan üzerinde yaşayanlar aynı zamanda.
onlar pis dururken tabanı temizlemek neyin nesi?

sanırım hayat herşeye rağmen güzel.

nefes aldığım için mutluyum,kendimi ifade edebilecek yetiye sahip olduğum için de.
ve daha pek çokları için.
hem bunlar da olmasa ne yazardım ben bugün di mi diyerek bu garibanı avutuyor,
iyi geceler diliyorum.

Salı, Aralık 14, 2010

aniden


sıkıldım dedim artık burdan.deniz kokmaz,insan barındırmaz,buz kesmiş bu memleketten.
gelmedi mi tüm kötülükler burda başımıza. kalk gidelim...

olur mu dedin öyle aniden,iş yok,ev yok,olur mu?

oldu.
mis gibi de oldu.


ev de oldu, işte bulundu, yuva da kuruldu.
aktı su yolunu da buldu.



yağmurlu bir İstanbul sabahı.
tek istediğimiz kahvaltı yapmak sahil kıyısında.
dalgaları dinlemek kalabalıktan uzak.
insanlar gergin,günlerden pazartesi bayram dönüşü ilk iş günü.
biz seninle özlemini duyduğumuz birşey yapıyoruz; ilk kez bir hafta başına istanbul'da ve 'iş'leri durdurarak başlıyoruz. gideceksin ya kalan hiçbir şeyi umursamıyoruz.
saatlerce gazete okuyup denizi izliyoruz,planlar yapıyoruz aslında plan da değil düş çoğu ama çaktırmıyoruz.
istanbul güzel yer,iyiki gelmişiz diyoruz.
iyiki hiç düşünmemişiz
hep olduğu gibi...

Pazar, Aralık 12, 2010

canın sağolsun

bir pazar sabahı saat 12.00
telefondaki ses 'bir daha ne zaman ararım bilmiyorum' diyor
bir de 'seni çok özledim'...
2008 yazı temmuz ayı tuttu ellerim ellerini 11.12.2010'da ilk kez bırakıyor
mayıs 17 ye kadar... seninle ne kısaydı günler geceler; sensiz ne kadar uzun.
çabuk git gel.
yolun açık olsun; kızın ve karıcın seni bekler...

Pazartesi, Aralık 06, 2010

aslı vardı bir zamanlar,şimdi ise sureti...

bazı hayatların akışına birebir tanık olmak yıpratır bazen beni,üzer de üzer.
hem o hayatın içinde çoklu aşklar saklıysa ne üzer,nasıl üzer bilemezsiniz...

 birinin aşkına tanık olmak;yüreğini dağlayan insana tutkuyla bağlılığını görmek ve hatta daha da başa gidince ilk kurlar,bakışlar,o daha ilk kalp atışlarını dinlemek,yaşamak onunla... sonra gezmeceler,birbirini tanımalar,kavgalar,oyunlar,'o olmadığını anladım'lar, aldatmalar,ayrılışlar;bazen aldatmadan ayrılışlar,kırık iki kalp ve küsmeceler hayata. sonra?

'başka biri' arayışları...işte tam burda aklıma ilk gelen, aşık olanın bir daha bu duyguları yaşarken ezber yaptığı; sadece ve sadece nesne bulmanın arifesinde olduğudur. işte tam burda benim canım yanar gereksiz.
 oysa bu kız şu önceki adama ne aşıktı derim. masada yemek yerken elleri titrer,kaybetmekten korktuğu an nöbetler yaşar,beyaz gelinlik hayallerini onunla kurardı. oysa bu kızın annesi ne çok severdi o adamı derim. el ele tutuşurken onlar ben bakıp bakıp 'ulan ne güzel' diye iç çekerdim derim. peki ya şimdiki kötü adam mı: kesinlikle hayır!sevmiyor mu bu kızı;diğerinden bin fazla! o zaman sorun ne? ben niye hep birinin gözündeki ilk aşka tanık olmuşsam bir başka 'aşkı' kabullenemem düşünür dururum.


aşk denilen acı bir kere yaşanır çünkü. canın yandıkça yansın istersin. dünya nasıl dönmüş,kiminle dönmüş değil başını yasladığın omuzla daha kaç saat ayrılmadan kalırsın bunu hesap edersin. karnın ağrır,yanındayken sabah olmasın,uzaktayken geceler daha fazla uzamasın diye hayal edersin. şarkılar dinlerken nerde hüzün duysan,acı bulsan içine kendini yerleştirir; bu acının tatlı gelen yanını keşfe çıkarken aklını da portmantoya asılı bırakıverirsin. duymak istemezsin mantık geçen cümleleri. kaybetmekten korkmazsın,en kazanılası varlığın avuçlarında olduğunu gördükçe. paylaşmak istemezsin onu! gözlerinin başka göze değdiğini bilsen kat kat alev alır ateşin öfkeler basar her bir yanını , ölsün o paylaşılan istersin. hayallerin güzel bir iş,mutlu bir yuva olmaz, tek bir hayalin vardır 'o'nunla olmak; nerde nasıl pek aldırış etmezsin.

işte tam bunlardan sonra neden olur ayrılıklar bilinmez. ama ben bir adamın gözündeki ilk aşka tanık olmuşsam bir başka 'aşkı' suret sayarım. ezber olur yaşananlar,içinde daha az bağımlılık daha çok mantık gizlenir. daha az yanlış yaparsın daha çok 'seversin' ama canın yanmadıkça,kavrulmadıkça,hayallerin güzel bir ev,huzurlu bir yuva oldukça yorgunluğunu atmak için bir limana yanaşırsın ancak.


ve sen farkedilmez sanırsın ama gözlerinde o acıyı yaşamak istiyorum diye yalvaran bakış vardır.
içinde yanmaya hazır bir yürek.olmaz bilirsin,inatla devam edersin;vazgeçmek olmaz bilirim ama dedim ya ne olursa olsun bir hayatın içinde çoklu aşklar saklıysa üzülürüm işte ben keşke bir surete ihtiyaç olmasaydı der dururum gereksiz...






Perşembe, Kasım 04, 2010

how do i feel today?

'Hep nefis çıkar karşıma,ölüp ölüp dirilsem,
İnsandan kaçmak kolay,kendimden kaçabilsem...'

Perşembe, Ekim 28, 2010

bir ales başvuru güncesi

güzel bir olacaktı( emin değildim ama umutlarım vardı). uzun zamandır yarım gün keyfi yaşamamış,eve dönüp kıçımın üstünden vakitlice oturamamıştım. annemden sözler aldım. evimin hanımı olacak,mis kokacaktım;kıyı bucak temizlik yapacaktım ve annem de yardımcı olacaktı;sözdü,söz...
telaşla iş yerinde günü kurtarmaya çalışırken aniden gelen sms ile irkildim. ales başvurusu için son gündü peki ben işlerimi halletmiş miydim?
önceki gün para yatmıştı nasıl olsa, pc başında 5 dakikalık bir uğraş için bu uyarıyı neden almıştım?
neyse aklıma gelmişken deneyeyim dedim. yüce adresi arama çubuğuna giriverdim; osym.gov.tr online bölümünde koca uyarı 'haddini bil,başvuru merkezine gidiver' beliriverdi. nerdeydiki bu illet yer.
doğru yaa yine kıçımın dibi denilecek mesafe idi ne vardıki 10-15 bilemedin 20 dakkaya hallolurdu bu iş.
önce kutsal yeri arayıp makbuz getirmek zorunlu mu diye duyarlı bir kimlik olarak soruverdim. yanıt 'evet' idi. sonra bankaya koşup makbuzu aldım ve okulun yolu göründü uzaktan. kapıya gelene kadar herşey iyi ve hoş göründü gözüme. bardaktan boşalırcasına yağan yağmur ise olayın tuzu biberi. kapıdan girerken şöyle ip gibi uzanıveren kimlikler çarptı gözüme. korktuğum, korktuğumun da ötesinde canlanıverdi gözümün önünde. az gittim uz gittim,bir ara tutamadım kendimi ve 'var mı bunun sonu' sorusunu sormadan edemedim. ve kara göründü. aç susuz,çaresiz bir 3.5 saat,o soğukta yanımdan salına salına geçen sokak köpekleri ile birlikte veterinerlik fakültesinde ayakta dikildim. ve benim gibi onca insan. bir başvuru idi oysaki,tüm bilgilerimin zaten yer aldığı,kimlik numaranın ekrana düşmesiyle her haltımı göründüğü yere ben neden başımı vuracaktım bilemedim.
hayallerim bitti.günüm bitti.ömrümden yedim.
ben bugün bir kez daha ösym'ye lanet ettim!

Perşembe, Eylül 30, 2010

'standart paket'

şu sıralar kuracak hayalim bile olmadığının farkına vardım.
bu ümidi kesmişlikten mi kaynaklanıyor yoksa artık beklenti içinde olmama durumuna yol açacak olgunluktan mı kestiremiyorum. ama sanırım ne olgun,ne büyük olmak ya da hayalsiz kalmak istemiyorum.

ben çok yanlış yaptım pek çokları gibi,hatta bazen bile bile yanlışlar yaptım.çünkü yaşamadan olmuyordu,kulaktan dolma nasihatlar beni adam etmiyordu bunu hep biliyordum. ama yaptığım yanlışlardan pişman olmadım hiç.yine pek çoklarının bir türlü cesaret edemedikleri adımları atarak,yanlışlar yaparak anladım elimde kalanların güzelliklerini. hem o her yanlışın da beni mutsuz ettiği söylenemezdi.ki zaten çoğu zaman yanlıştır güzel olan fikrimce.doğruyu herkes yaşar. peki ya yanlışı yaşamaya cesaret etme meselesi?
              

insan ömürden yediği her an 'garantilemek' psikolojisi içinde daha da korkak oluyor. işini garantileyip nefretle devam eder oluyor,artık bir ev alma olayını garantileyip sevmese de kendini ona ait hissetmeye zorlar oluyor.
özgürlüğümü geri istiyorum.garantilemek fikri midemi bulandırıyor ben hep uçurum kenarında kaybetme riski içinde heyecanla,umutla,doya doya yaşamak istiyorum bu ömrü.
nefesimi sadece kendim için harcamak,herkes olmamak. kendi doğrum olan yanlışı yaşamak istiyorum.
fırsat varken,hala hayattayken...

Pazartesi, Eylül 20, 2010

doğum dönümüm


ben dün akşam hayatıma hiç dahil olmamış ve olmayacak olan,hiçbir karesinde yer almamış ve almayacak olan
hayatın herhangi bir yerinde yer alan herhangi birinden ,herhangi
bir msg aldım.

öyle gereksiz bir kıvamdaydıki!hem ümitsizdi gereksiz olduğu kadar,bitikti.
düşündüm; birini, özellikle bu kadar uzağımda tuttuğum birini bu kadar nefret duygularıyla
doldurup taşıracak ne yaptımki diye.

nasıl bir uğraş verdimki yüreğinin ortasına tarafımca
kurşun atılmışcasına böyle çırpınıyordu,bana aklına gelen asılsız sözlerle saldırıyordu
son bir can havliyle?



hayat denilen bu karmaşanın kendimi az çok tanıdığım evrelerinden başlayarak, hep ya 50
ya da 75  yıl veririm bu bedene. ne bir az ;ne bir çok ne de üçüncü bir ihtimal. ve uzun
olanı tercih ederim mutlu günlerimde. yine böyle günlerimden biri olan bugün doğum dönümüm
benim. hayatımı 3 eşit parçaya bölecek kadar iyimser olduğum bir günde bile gitti biri kaldı
ikisi diyecek kadar da kötümser olmayı becerebiliyorum yine de.bu arada gördüklerim göreceklerimin üçte
biri ise de kalanında hakkımı sadece iyi olanlarla devam ettirmekten yana kullanmak istiyorum.

farkındayımki çoğunun bir ömür istediği,dilediği tüm güzellikler avucumun orta yerinde yer almakta zaten.
bu sabah uyandığımda sağımda herkesin 'köpek' benim gözümdeyse bambaşka bir varlık olan kızım
,solumda bu yastığa kalan 2 ayrı bölümde de başımı koyacağım 'eş'im yanaklarımı doyamayarak
öperken ve koridorda ilerlerken benim için her gün yenilenen notumu okurken,gün boyu gelen kutlama
msg larını alırken bu duyguyu pekiştire pekiştire düşündüm ve anladımki
yukarıda bahsi geçen 'ŞEY' hayatında 'yuva' diye isimlendirdiği haneye hiçbir zaman gerçek anne olamamış,o haneyi daha
başında 'yuva'laştıramamıştı. ne istediğini bilememişti hiç; bilerekten hemde. gözleri bir gün
olsun bir güzelliğe takılamamıştı ve hiçbir güzelliğe de karışamamıştı sonra. Bir hayali dahi olamamıştı.
ve işte bunlar yüzünde olsa gerek benden nefret etmek için çok sebebi vardı kendince.


fener sahilinde tutulan koca koca balıkları izleyerek yemeğimi yediğim,ardından İstanbul'a kuşbakışı izlerken
semaverde kaynayan çayımı içime çeke çeke içtiğim ve Süleymaniye'nin önünde biri siyah biri sarı iki
kedinin başını okşarken kızımı evde bıraktım diye hasretle koştuğum bugünde ömrümüm üçte birini harcamış olmama üzülmedim.
çünkü koca ömründe bir hayal edinememiş olan tüm 'ŞEY'lere inat ben bu ömür için nice nice hayalleri gerçek etmiştim.
emeği geçenlere sonsuz teşekkürlerimle.

Salı, Eylül 14, 2010

dear frankie

gece yarısı dram filmi izlemek insanı iyice bunalımlara sürüklüyor bu gece daha iyi anladım.
geçen günlerden birinde izlemeye karar verdiğimiz ama sonrasında kardeşlerimin ev ziyareti sebebiyle izleyemediğimiz bir film Dear Frankie. bugün bitiriverdik iyikide öyle ettik ama gözlerim dolmadı sadece ağladım yine bitiminde. düş gibi ,bir de yaşamı olduğu gibi kabul etmiş olgun bir film.alıp bir çanta sırtına kaçası geliyor insanın bilinmeyene. kaybedecek birşeyinin olmaması ne güzel elinde hiçbir şey yoksa.

Cumartesi, Eylül 11, 2010

sahile...

öyle huzur doluyumki!
sessiz,karanlık,yavaş,telaşsız bir akşam daha.
ne üşütecek kadar serin,ne sıcaklığını hissettirecek kadar ılık bir rüzgar esiyor.
herşey tam kararında.
gece korkutmuyor. zaman durmuş gibi.
dolar hamaktan indi. o bu kadar karanlığı sevmez,tedirgin olur hep.
yanıbaşımda yatak yaptım ona yastıktan.bir kapanıyor gözleri,bir bana bakmak için açılıyor.
ümm nargile başında. 'sahile insek mi' diyor.
biliyorum sonra da yazabilirim ama herşey bu kadar sahici olmayacak o zaman.
onun için şimdi paylaşmak daha keyifli oluyor.
bugün bütün gün hamakta yatıp kitap okudum.
hayat futbol değildi bugün,basketbol ya da hiçbir spor dalı değildi.
siyaset değildi hayat bugün. ne evet ne hayır hiçbir şey değildi.
iş değildi,gelecek değildi,geçmiş hiç değildi hayat bugün.
hiçbir şey doluydu ve dahi hiçliğin ta kendisiydi.
bende o hiçliğe teslim oldum ve mutsuzlukları unuttum.
unutmak için kasmayarak hem de, zaten herşey kendiliğinden oldu...
şimdi sahile iniyoruz...
dalga seslerinde hiçbir şey düşünmeye.
görüşürüz.

Perşembe, Eylül 09, 2010

tatile giren bayramlara...


saat gece yarısını geçti yani aslında bugün bayram. ama hala uyumadım,zaten yarın kamp için yola çıkıyoruz.

oysa eskiden olsa bilmemki kaçıncı düşüme dalmış olacaktım bu saatte. koltuk üstünde çorabına kadar takım
yaptığım elbiselerim elimdeki tek nimet olacaktı. koluma taktığım çantada biriktirecek olduğum harçlık ve çikolatalar
varlığımın tek malı mülkü olacak ve ben onlarla neler yapacağıma karar verebilmek için de ayrıca günlerce hayal kuracaktım.
sabah leblebi tozu yemenin yanı sıra,elleri öpmek üzere yola çıkacaktık annemle,babamla.
babam kızacaktı anneme uzun süren ziyaretlerde çünkü daha gezilecek çok yer olacaktı. sıkılacaktık bazılarından,büyük amcaların evlerinde oyuncak bile olmayacaktı isyan edecektik. çatapatlara 10 kuruş verip, kız kaçıran almaya kızlar olarak ürkecektik. nes'e de benimle aynı elbise alınınca trip atacak sonra
kabullenecektim durumu. kolkola gezerken abla olmanın verdiği olgunlukla daha büyük harçlıkları kaptığım için övünecektim kendimle.
hava kararmasın, akşam olmasın, gün bitmesin isteyecektim. anneannem yaşıyor olacaktı. esprileri kırıp geçirirken o gayet ciddi durarak durumu daha da komikleştirecekti.

oysa yarın bunların hiçbiri olmayacak. anneannemin toprak olduğunu hatırladıkça gözlerim dolacak; kardeşlerim babamla uğraşadursun, kendi huysuzluğu yüzünden
görüşmediği kızını hiç hatırlamayacak. annem hatırlasa da 1300 km uzaklıkta ancak bir telefonla yetinecek. bırakın harçlığı,büyüdük diye çikolatadan dahi men edilip sıradan hayatlara mahkum edilişimizi uzakran izleyeceğiz. çatapatlar olmayacak kızlar pespembe,erkekler tikky shoplardan aldığı ergen gerisi kıyafetlerle etrafta salınacak ama kimsenin koluna astığı bayram çantası olmayacak.

şimdi böyle bayramlarda; kapıya mahcup bir şekilde uzanan masum ellerin yerine,kapıyı indirircesine yumruklayıp 'şeker' diye böğüren çocukların olduğu böyle bayramlarda, uzaklara gidiyorum. kamp yapıp,mangal yakmaya,hamakta sallanıp,kitap okumaya,denize girip huzur bulmaya.

bayramların sadece 'tatil' olduğu günlere merhaba. seni de yitirdik uzun zaman önce de alıştık,unuttuk...

Çarşamba, Eylül 08, 2010

son günlerin ortak konusu...

az önce akşama kadar 100 kişinin elini ayağını ve dahi bilimum yerlerini sürtüverdiği bir kalemi gayri ihtiyari
ağzıma soktuğumu düşündükçe midem kalkıyor.
ama asıl yazmak istediğim konu bu değil elbette.
şimdi bir de gün içinde gelen müşterileri analiz ederken aniden gişeye gelen müşterinin
'faturam neden az geliyor' dediğini hatırlayıp içten içe 'allahım insanların ne çok vakti var' diye düşünmeden edemiyorum.
tabii bir de kol kola gelerek 'biz bir gün zabıtayı aramıştık ne zaman aradığımızı bilemiyoruz 2007'den bu yana
aradığımız numaraları verir misiniz' diyen çiftimiz var.
ama bunlar da değil elbette yazmak istediğim.
son günlerde sürekli 'aşk' konuşur olduk. bu sonbahar herkesin böyle bir sorunu var sanırım. yeni denizlere açmak yelkenleri...
bunun neresi sorun diyebilirsiniz elbet. ama aşk başlı başına bir sorun değil mi zaten!
ne garip bir histir; karnına ağrılar girerekten düşüncenin tek, duygularının tek, hayatının tek bir amaçta birleşmesi.
gözünün başka hiçbir şey görmemesi ondan başka. tek bir kelimesiyle uçmak gökyüzünde,bir üzüntüsüyle kahrolmak.
umutsuzlukları bir yana bırakarak düşlerine almak 'o'nu bir daha bırakmamacasına sımsıkı sarılmak.
gitme ihtimalinde dahi canının acıması ve onsuz günlerin aslında 'gün' olamayacağı kaygısı.
aşk bir oyun aslında kendimize oynadığımız. tüm herşeyi atarak etrafımızdan,şuursuzca kucakladığımız. sorgusuz teslim olup, acıya alıştığımız.

kendimizle oynadığımız bir oyun aslında. canımızın yandığını bile bile gözlerimizi kapatarak yalın ayak üzerinde koştuğumuz ateş . yanmak aslında aşk,kömürleştiğinin bile farkına varmadan.tek yalan ama aynı zamanda tek gerçek kıldığımız.

Pazartesi, Eylül 06, 2010

tercih?

herşey olması gerektiği gibi. günlerin ayları kovalamasından tutun da, trafiğin akış yönünün değişmeyişi,insanların akıllarının estiği gibi kalp kırmaları,sebepsiz sevmeleri,zamansız terkedişleri...ben işte bu olguya takılmış durumdayım şu günlerde.yani neden herşey bu kadar monoton olmak zorundaki? bir olay da yanıltsa ya bünyemi? şöyle nefrete yakın hisler beklediğim biri öyle bir tavır sergilese ki utansam kendimden,herkes aniden kırmızı ışıkta geçmeye başlasa akan trafikte, bir sabah kimse işe gitmese tam vaktinde,sabah bambaşka bir pastaneden simit alıverse Hasan amca...

sonra bir başka olgu da işte tüm bu cesaretsiliğimizin sonunu, kabullenişleri 'hayat' a bağlayıvermek.

-hayat işte.
-kader.
-böyle olmalıydı.
-yapacak birşey yok.

devir kıçını yat sen gelişigüzel sonra bir güzel kabullen herşeyi olduğu gibi ve ardından tüm suçu at hayata şuursuzca.oysa dilediğin ne varsa bu hayatta elde etmek için canını ortaya koymaya değer. aksi halde ben pek 'yaşamak' diye isimlendiremiyorum ben bu varoluşu,'ölüm'dür bu apaçık kimliğin yok oluşu.




ne yani tek uğraşın olan yaşama eylemi için elinden geleni ardına koymamak bu kadar zor mu?

Cuma, Eylül 03, 2010

yalnız




kalbim acıyor esintili bir eylül akşamında.
umut dolu  bir ayşe olmak vardı, çaresiz bilge olmak yerine.
ama bir yerlerde bir tanımlama da bulunmak bile güzel.
bunlar bir avuntumu yoksa yenilginin vermiş olduğu kabullenme duygusu mu bilmiyorum.
acı çekiyorum,gözlerimi kapatıp sonra tekrar açtığımda herşey bitsin istiyorum.ya yeniden başlasın, ya da tamamen sona ersin istiyorum.
kalbim acıyor;eriyorum!

Perşembe, Eylül 02, 2010

'son' bahar

gece yarısını geçti saat. uykum yok hiç ama olmak zorunda yoksa sabaha uyamam. bir önceki cümleye son bir yıldır koşullanmış durumdayım; aksi asla gerçekleşemez gibi. geç yattığım her gecenin sabahına uyanamamaktan bu kadar korkan ben sanki sabahları gözlerim hiç açılmayacak ve yığılıp kalacakmışım gibi hayal gücümün yarattığı bir cansız 'ayşe' getiriyorum gözümün önüne.ne gereksiz uğraşlarım var allahım!

bu sabah sonbaharın ilk gününü yüzüme yüzüme vurdu rüzgar evimizin önündeki yokuşu hızla tırmanırken. ben yazın ne çabuk geçtiğini düşünürken hala kabullenemediğim bir eylülün başladığını düşündüm bir an. yeni bir yaşıma daha basacağımı;ömürden bir yaş daha çalacağımı...

yaşının geçkin olması mıdır 'yaşlanmak'? geçiyorsa zaman her an;hepimiz geçkiniz o zaman? ben daha çocuk olmaya alışamadım nereye gidiyorsun yetişkin zaman?

Salı, Ağustos 31, 2010

ankara'ya ayşe gelmiş

güzel bir dost sesi ile uyandım bu sabah.
uzun zaman sonra iş düşünmedim,hiç düşünmedim.
tasam olmadan dost eli ile yapılmış omlet yedim.
mis gibi temizlik yaptık,kendimizi de temizledik mipmis olduk.
ömrümün en tuhaf yıllarını yaşadığım ( güzel mi çirkin mi,iyi mi kötü mü bilemediğimden tuhaf)
 bu şehire böyle amaçsızca gelmemiştim hiç.
 yollar garip,duraklar garip,insanlar garip, evler garipti. bana ait hiçbir şey barındırmıyordu artık içinde.
oysa daha 2003 eylülüydü onunla tanışmam. ve bir 2009 nisanıydı bırakıp gittiğimde.
işte tüm bu  6,5 yıl içinde olmuştu olan ya zaten. neyse bunları pek anımsamamaya baktım.
zira gerekli gereksiz her halta üzülmek benim en büyük karakteristik özelliğimdi.
ege'yi gördük (dry'ın ebedi sevgilisi,hala torunudur o,çok tatlıdır;tadından yenmez)
bahçeliye gittik; yürüdük. oturduk sohbet ettik. anıları yad ettik.
sonra da tatlu yedik; rokoko!

yaşıyorum; hayat güzel.
ama yine de;iyileşin yaralar, kabuk tutmanız yetmiyor.


not: günü bununla tamamlayıverdik.

Perşembe, Ağustos 26, 2010

sokak

uzun zaman sonra bir başıma alışverişe gittim dün. hem artık bunlara alışmam lazım çünkü aralıkta son 3 yılımı yapışık ikiz gibi geçirdiğim üm'den 5 ay 12 gün boyunca ayrı kalmak durumunda kalıcam.-memleketim ve gereksiz sorumlulukları,sorunları!-

sonra elimde poşetler ara sokaklardan yavaş yavaş eve doğru yol alıverdim. sokaklarda çocuklar gördüm irili ufaklı. top oynarken biri diğerine gıcıklık yapmıştı anlaşılan itişip kakışmaktaydılar. poposunu arkaya doğru çekmiş, göğsünü şişirmiş olan çocuk bir diğerine horoz gibi diklenip garip mimiklerle meydan okuyor, diğeri de efendi ol bak abine söylerim diye daha olgun ve tehditvari tavırlar sergiliyordu. tüm sorunların top paylaşımları, balon, bebek paylaşımları üzerine olduğunu ve abilerin, abilerin 'höyt' diyerek küçükleri susturdukları yetişkin hayatlar hayal ettim. paranın olmadığı , olsa da değerinin bir sakızdan, cipsten öteye gidemediği bir hayat düşünmeden edemedim.

biraz ilerledim, derken çöpün yanında ufacık tefecik bir kedi görüverdim. beni görünce sevimli sevimli takılıp daha yeni açılan gözlerini kırpıştırıverdi. hemen poşetleri ortaya bırakıverdim. ekmek çıkarıp uzattım önüne doğru ama biraz yaklaşınca birden kaplana dönüşüverdi. patilerini hızla savurarak suratının şeklini değiştirdi, tıslamaya başladı,kaçtı. bu küçüğü nasıl bu kadar ürküttük diye düşünmeden edemedim.

az ilerde ise her ay mütamadiyen telefon faturası ödemesini yapmak için uğradığım avea bayiinin gişesindeki her ay mütemadiyen aynı espriyi yapan garip kimliği görüverdim. komşu olduğumuzu bilmiyorum, gayri ihtiyari gülümsedim; yüzüme bakmadı poposunu döndü, ne zaman bu kadar vahşileşiverdik diye düşünmeden edemedim.

ve son durak ; ev, huzur. beni karşılayan minik patileriyle sonsuz sevgi yükleyen minik kızımın kocaman sevgisi herşeyi unutturuverdi. en güzeli sonsuz sevgisi ile sizi kucaklayan bir yürek diye düşünmeden edemedim.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...