sağ baştan

Cuma, Eylül 30, 2011

Onur ben, çağrı merkezinden...

bugün yine ilginç bir numaradan arandım ve yine tuhaf bir dialog yaşadık,
kankalarıyla görüşürken birden telefonumu açmamı yadırgamış olacakki bir yandan da gülüyordu.

-merhaba ayşe hanım, (40 yıllık dostum edasında)
-merhaba buyrun.
-onur ben.(med bişeyden)
-evet buyrun onur bey.
-(med bişeyden) arıyorum ayşe hanım onur ben (tanımamı bekleyen bir edayla)
-evet anladım onu,buyrun.
-öncelikle sessiz bir yere geçer misiniz?(kıkırkayarak)!
-yahu sordun mu önce müsait miyim diye ne diye sessizliğe davet ediyorsun anlamadım.
-ben bilgi vericem amaa!!!

geçenlerde online eğitimlerin birinde klasik Türk hataları diye birşey vardı. Böyle x firma çalışanı tanıtım yapıcam diye adamı arayıp müsait misin diye sormaksızın lafa girip 15 dk aralıksız konuşuyordu ben de kıkır kıkır gülmüştüm ayy ne komik diye. Lakin yaşarken hiç te komik olmuyormuş onu anladım!
arayan numara bir çağrı merkezi numarasıydı yani belliki bir yatırım var.
o numaraya verilen para, alt numaralara verilen para,database oluşturmak için harcanan çaba, amaçlar hepsini bir personelin kıkırkadayarak beni sessizliğe çağırması çöpe attı vesselam.



Onur arkadaşımızı kutluyorum, çalıştırana yazık diyorum.

Pazar, Eylül 25, 2011

English Time nasıl bir kurs derseniz hemen kaçın derim...

2010 yılının son günlerinde Taksim'de gezerken daha önce pek çok kişi tarafından yapılmış olan reklamlarını da dikkate almam gerektiği belirtilmiş ve ağızdan ağıza dolaşan English Time ile görüşme, tanışma fırsatım oldu. Hayatımın en kara günlerinden biri olmaya hak kazanan bu günde bilgi almak için girdiğimiz şubede bir bayan karşıladı. Bize dünyanın en iyi indirimini yaparak 8000 TL üzerinde belirttiği ücreti 4200 TL'ye kadar çekti. Bunda 4+1 kurs ayrıca online eğitim ayrıca 3D görüntülü MP3 çalar ve hatta istersem eğitimin bir bölümünü yurt dışında konaklama masraflarını ödemek koşulu ile tamamlamak dahi vardı. Tüm bu anlatılanlardan büyülenerek çıktım. Görüştüğüm diğer kurslarla kıyasladığımda oldukça cazip gelen bu fiyat ve kaliteyi alkışlarla hayatıma dahil etmek istiyorum ama ne varki düşünmek de lazımdı.Peki madem düşünelim diyerek oradan ayrıldım. Tam bir hafta telefonum bu hafta son,6 gün sonra son, 5 gün sonra son diyerek kurulu bomba gibi arandı. Hadi gelin denildi. Gittim kredi çektim. Madem öyle kayıt yapayım bari dedim. Ancak daha seviyem belirlenmemişti ve toplamda 6 kurdan oluşan kursun 3. kuruna ancak dahil olabileceğim çünkü kurların çok ince elemelerle geçilebildiği sınavlarında çok zor olduğu söylendi. Kayıt için tekrar gittiğimTaksimde vaktim olmadığı için 4+1 üzerinden konuşulan kur sayısı için 2000 TL ücret ödeyip hafta içi seviyem belirlendikten sonra net bir anlaşma sağlanacağı yönünde karar alarak buradan ayrıldık. Ancak Mecidiyeköy şubesinde eğitime devam etme olasılığım (yol durumu sebebiyle) olduğundan o şubeye de bakmak istedik ve Taksim'den ayrıldık. İşlerimizi halledip akşam üstü Mecidiyeköy'e uğradığımızda 8 kişilik karşılama komitesinden bir kul bize merhaba bile demedi. Herkes bilgisayarlara gömülmüş ve kimse oralı olmamıştı. Kazara göz göze geldiğim bir danışmanın masasına oturdum 15 dk bekledikten sonra asıl yetkili geldi ancak Taksim'in kayıt aldığını(parayı aldığını) öğrenince bozulan bu yetkili bize Taksim'in verdiği taahhütlerin hepsinin yanlışlığından bahsetti, misal gözlüğümüz yok dedi, yurtdışında devam diye birşey yok dedi.Nasıl yani dediğimizde yine aynı kurumun 15 dk mesafedeki çalışanına bok attı. Zaten tavırlarından hiç hoşlanmadığım hatuna madem gözlüğün yok kapıda broşür dağıtan adamların elinde niye hala 4+1 kur alana gözlük bedava yazıyor dedim. Kem küm yaptı. Tavırlarını eleştirdiğimde ise bana 'nasılmış tavrım, gayet iyi' yorumunu da getirmekten eksik kalmadı. Ya sabır çekip oradan ayrıldım geç olduğu için bir gün sonra Taksim ile görüştüm 'ÖZÜR DİLERİZ, TERBİYESİZLİK ETMİŞ'dediler. Sineye çektim, aynı hafta sonu bu kez Bakırköy şubeye seviye tespit sınavına gittim. 'am,is,are' sorularının yer aldığı kağıt ile seviyemi tespit ettiler ve nasıl olduysa 5. kur çıktım. Kayıt için Taksim'de olanları anlatıp 2+1 üzerinden kaydımı tamamlamalarını rica ettim. Biri çaya çıkan danışman ilgilenmeyince, PC'de msn ile konuşan danışmanın yanına gittim. Kendisi bana bilgi verirken yüzüme bile bakmadan PC arkasından sadece TAKSİM'e git, orası halletsin dedi. Peş peşe her soruma aynı yanıtı verince dayanamayıp o msn'i kapat yüzüme bak, sorunumu anla. Kaldıki burdan oraya niye gideyim önünde telefon var, danışmanın adı belli ara kendin sor dedim. 9000 USD ödeyen bir öğrenci ile msn görüşmesi yaptığını söyledi. Sanırım 2100 TL ödeyecek benim alacağım hizmet bu kadar olacaktı. Sonra PC ekranını kapatıp bağırarak sizi yatıştırmak için çay söyleyeyim dedi. Ben de elini kolunu oynatan sen, bağıran sen benim ses tonum bile değişmedi çayı kendine söyle dedim ve ayrıldım.Ertesi gün Taksim'i aradım, 'ÖZÜR DİLERİZ, TERBİYESİZLİK ETMİŞ'dediler. Sineye çektim. Bir hafta sonra Taksim'e gittim kayıt alan danışman yoktu. Bir diğer danışmana durumu özetledim bana Bakırköy şubeye gitmem gerektiği çünkü sınavımın orada olduğu söylendi. Artık sineye çekemediğimden Müdür'ün odasını sordum. İki sayfa dilekçe yazarak durumu anlattım 2+1 olarak sözleşmem düzenlendi ve yine ÖZÜR dilenerek kayıtlarım alındı.
Neyseki tatlıya bağladık dedim. Asıl macera yeni başlıyormuş meğer.4 ay boyunca ABD'den sırt çantasıyla ülkemize gelmiş İstiklal'de takılan iyi niyetli ancak öğretmenlik kelimesinden bir haber bir çocuktan 'ders' aldım. Bu dersin içeriği her gün gidiş geliş 3.5 saatimi alan yolun dışında 4 saatin 2 saatinde boş konuşmaca, yüz yüze bakmaca ve sıkıldım demecelerle geçti. 5. kur denilen sınıfımda ingilizce konuşabilen insan sayısı 3ü geçmiyordu ve hoca tüm bu insanları 90 ile falan geçirdi onlarda ingilizce öğrendik diye mutlu oldu. Hadi bizim hoca eli yüzü düzgündü, tamam ne birşey öğretirdi ne ders işlerdi ne derse hazırlanırdı ama diğer sınıflarda hem gece çekip çekip sabah kir pas içinde derse gelen ve 900 TL bayılmana sebep olan kursa tekrar para vermeni gerektirecek şekilde sınavlardan seni kasti olarak geçirmiyordu. Tabiiki sadece bir kur katlanabildiğim bu kursa devam etmiyorum.Olan benim 4 ayıma, 2100 TL parama oldu. Elimde de sinir küpü olmanın dışında hiçbir şey kalmadı.
not: kurumun bir de şöyle mükemmel bir özelliği vardı, 9 TL alacağı için günde 3 kere sms atar. Kendisi taahhüt olarak verdiği hiçbir sözü yerine getirmese de sizden taahhüt bedelinizi söke söke alır!

Cumartesi, Eylül 24, 2011

öldürün 'O'nu...

Öldürün yoksa ben gidip bulacağım, boynunu tuttuğum gibi duvara dayayacağım.
Hayalimi yaşamana mı daha uyuzum yoksa herşeyden habersiz olmana mı bilmiyorum.
Hayatımda ilk kez bir kıza bunca tuhaf ve komplike duygular besliyorum.
Ama yine de öldürün onu. İçindeki umudun bir gün gerçek olmasından en az onun kadar korkuyorum.

MFÖ - Hep Yaşın 19




Eksilirse ağlayanlar çevremizden
Ya gerçeği söyleriz ya da nasıl istersen
Ne güzel şeysin sen hep yaşın 19
Gel yanıma sar beni bugün var yarın yokuz
Ne güzel şeysin sen hep yaşın 19
Gel yanıma sar beni bugün var yarın yokuz
Hadi bana sor
Sevmek bu kadar mı zor
Senden başka yok bildiğim yol
Hadi bana sor www.yenisarkisozu.net
Gezginci ruhumuz bir gün biterse
Korkmadan deriz gururluyuz
Eksilirse ağlayanlar çevremizden
Ya gerçeği söyleriz ya da nasıl istersen
Ne güzel şeysin sen hep yaşın 19
Gel yanıma sar beni bugün var yarın yokuz
Ne güzel şeysin sen hep yaşın 19
Gel yanıma sar beni bugün var yarın yokuz
Ne güzel şeysin sen hep yaşın 19
Gel yanıma sar beni bugün var yarın yokuz
Ne güzel şeysin sen

Not: bugün kursa giderken radyodaydı, pek mutlu etti beni.ne büyük sanırdım kendimi 19 iken, şimdi oldum 27 oysa ufacık hissediyorum kendimi koca evrende.

Çarşamba, Eylül 21, 2011

Beyoğlu Rapsodisi - Ahmet Ümit

Ümm'ün beğenisi kazanan Ahmet Ümit'e bir de ben göz atayım diyerek aldım Beyoğlu Rapsodisi'ni elime...                                                                       
Ne yalan söyleyeyim sayfalar ilerledi ilermesine ya ilerledikçe böyle canım sıkılmış da TV'de de birşey yok diye açılmış bir dizi gibi gitti öylece. Yani o akıp gidiyordu bende sesimi çıkarmıyordum. Ne çok hoşuma gitmişliği vardı ne de beni sinir ettiği. Arada bir tarihe ve mimariye duyulan sempatinin detaylı detaylı verilmesini her iki konuya da meyilli olmayan beni sıktı evet ama onlara da pek aldırış etmedim. Katya denilen hatuna, sonra Fransa'daki ortağının Camille mi neydi adı sevgilisine her an abayı yakmak üzereymiş gibi olan Selim'in ancak akşamdan akşama birkaç saat yüzünü gördüğü karısını da enayi yerine koyduğu belliydi lakin kendisi bu durumu öyle aktarmıyordu. Niyeyse her zorda kaldığında hatunun ses çıkarmamaları sonucu 'canım karıcım, ah bebeğim'moduna girerken; Katya'nın sesinin yüksek çıktığı dialoglarda da 'işte tanrı kadını yarattı' edasıyla kendisine hayran oluyordu. Tipik Türk erkeği idi yani Selim. Dışardakini evde istemez, evdekini ancak zor zamanlarda sığınılacak liman olarak görür. Kenan'a gelince, onca malı mülkü eğitimi olan bir insana göre oldukça mala bağlamış bir hayatı vardıki yine bu mallığa bağlama olayında pisipisine öldü gitti zavallı. Nihat kimdir derseniz, laf olsun diye araya sokulmuş ezik bir karakter. Kıssadan hisse dostlar 390 sayfa laga luga okuduktan sonra 18 sayfada (hatta belki daha az) kimsenin aklının ucundan geçmeyecek (aptal olduğumuzdan değil yanlış anlaşılmasın, yazarımızın bizimle hiçbir ipucu paylaşmamasından ötürüdür bu) bir son ile olayı bağlamak yaratıcılık değildir kanımca, polisiye hiç değildir.Bu olsa olsa 390 sayfayı hepimize kakalamaktır. Sana sıcak bir yaz gününde vakit öldürmek için belki okunabileceğinden 10 üzerinden 2 veriyorum Beyoğlu Rapsodisi.

Perşembe, Eylül 15, 2011

günden başlıklar

an itibariyle anladımki en uyuz olduğum kadın tiplerinden biri de 'mıy' 'mıy' 'mıy' şeklinde kendisinin dahi duyamayacağı ses tonuyla; bir o kadar sakin de görünerekten bir konu anlatan ve hiç bitmek bilmeyen cümlelerine cevap verilmesini beklemeksizin devam ederken çözüm isteyenler.

bu arada insanları kategorileyerek misal bu polis lazım olur iyi davranmalı irtibatı koparmamalı, bu doktor lazım olur çıtkırıldım olmalı cazibe kullanılmalı şeklinde hareket eden hatunlara da ayrı bir bakış açım söz konusu. bu hatunlar 'flörtöz' yapılarının altında yatan kimliksizlikleriyle karşıma dikildiğinde ise sağlı sollu girişecek gücüm olmasını nasıl da arzu ederdim!

Çarşamba, Eylül 14, 2011

duyma işlevi olan uzvun hangi bölgende?


-bu son faturanız artık başka fatura gelmeyecek ve ödemesini bir alt katta vezneye yapabilirsiniz.
-peki bir sorum daha olacak?
-elbette buyrun?
-ben bir sonraki ay tekrar fatura ödeyecek miyim?

Cumartesi, Eylül 10, 2011

yarım kalan



tatsız tuzsuz bir hafta sonu daha tarihte yerini almak üzere. pek birşey yapasım yok diyesim var ama sanırım hiçbir şey yapasım yok. aslında tam da şu sıralardan benim eski komşum,annemin ise hala komşusu olan nazmiye teyzenin oğlu evleniyor. yemekli bir davet vardı ama ben yine kaçtım. gelirim dediysem de gitmedim. bu sıralar hep böyle zaten, ne bir yerlere gidesim var ne de birileriyle konuşma isteğim.
varsa yoksa evim, evimde televizyonum,bazen bilgisayar(burda iyelik eki yok çünkü bilgisayar benim değil)
işte nazmiye teyzenin oğlu da evleniyor. küçük aslında, eş adayı da öyle. ama son birkaç senedir herkes bunu tercih ediyor (o herkese ben de dahilim) aslında şimdi uzaktan bakınca saçma geliyor. evlilik iyi hoş birşey de biraz da ertelemek iyi olabiliyor.insan daha çok tanıyor kendisini böylelikle, ne istediğini daha iyi biliyor. erkenden dört duvara tıkılmış iki insan zamanla sıkıntıdan birbirini yiyebiliyor çünkü. çocuk olsa ona da bakamayacağız korkusu var bir de tabii önce hayatı yaşayalım bencilliği. ondan bu durumda ertelenince hayatta yaşanılası pek birşey kalmıyor. canım sıkılıyor.
gittiğim yerler, oturduğum masalar bana haz vermiyor. mekanlar hep yalan dolu sanki.insanlara olmayan inancım beni her geçen gün daha da mutsuz ediyor. bunu düşünerek ya da bilinçli yaptığım yok aslında ama ruhum öyle diyor. kiminle görüşsem hayatından, planlarından bahsediyor. ben sıkıntılarımı anlatıyorum.ortak çok birşey paylaşılmıyor. artık toplu piknikler yok çünkü kimseyi herhangi bir etkinliğe davet edecek kadar değerli görmüyorum. herkes beni hayal kırıklığına uğratıyor. gözümde büyüttüklerimin yalanlarında gördükçe,riyakarlıklarını duydukça daralıyorum, nefesim kesiliyor. insanın kusurlu bir varlık olduğunu biliyorum.biliyorum da yine de bana yapılan yanlışları kabullenemiyorum. hem kabullenemeyip hem de unutamayınca iyice boğuluyorum.
birine iyi kızdır diyorum yarın kaltağın teki olduğunu öğreniyorum.öbürüne namazında niyazında diyorum en çok o yiyor insan hakkını.diğeri saftır diyorum,ilk bana atıyor tekmesini anı yakalığı an. ama yine de en çok kadın peşindeki erkeği ya da erkek peşindeki kadını sevmiyorum.çünkü nedense mal gibi arabulucu hep ben oluyorum. onun sıkıntısını öbürüne belli etmeyeyim, bunun şusunu ona söylemeyeyim derken yiyip bitiriyorum kendimi iyilerse aranıp sorulmuyor, ilk problemde ortak oluyorsun. artık aynı hikayelerden öyle sıkıldımki!
facebook denilen illeti kapattım. iki aya yaklaşıyor. ona öyle uyuz oluyorumki! insanların ilginçliklerine çok net tanık olabildiğim bu 'sanal' alemin artık hayatlarımızda olmamasını çok isterdim. büyüğünden küçüğüne herkes orda can buluyor,sanki onunla nefes alıyor. herkes 'yalancı' hayatlarını paylaşırken birbirine laf sokuyor,anlamlı(!)sandığı cümleleri ben durumuma copy paste edeyim de artık kim üstüne alınırsa moduna giriyor. ilişki durumları değişiyor, okul bilgilerinden sonra iş bilgileri güncelleniyor,lisansa,yüksek lisans ekleniyor...derken hayat bitiyor. her gün ömürden yeniyor. doğum günleri kutlanıyor, baş sağlığı dileniyor.insanların ne kimsenin sesine tahammülü var ne görüntüsüne sanki. herkes telefon mesajını bile bıraktı artık 'duvara' yazı yazıyor. tüm bu herkeslere ve kimselere dahil olmadığımı iddia etmeyeceğim zaman zaman. ama artık olmak istemediğim kesin. miniklerim gitmeden bu dünyadan bana gerçek sevgiyi ölürken yattıkları göğsümde çok daha iyi öğretti. gerçek dostluğu, arkadaşlığı da.onların sayesinde daha iyi anladımki bir varmışız bir yokmuşuz. bu masalda gerçek olansa klavyede olan değil, yürekte hissedilen sevgiymiş.




 p.s: yanda yer alan fotoğraftaki mutluluğu bir daha yaşayabilmek için nelerimi vermezdim. meleklerim sizi çok özledim.


yalnız değil de tek başına olmak

Eylül ayı... okulun başladığı, ayşe'nin doğduğu,yeni umudun olduğu baharın sonu olmasına rağmen bu sonun hep süpriz oyunlara gebe olduğu ay. Ömrümün hiçbir evresinde hiç bu kadar yavan olmamıştın şimdi olduğu kadar. artık ne o süprizlerin,ne sonların, ne de başlangıçların var bana armağan. varsa yoksa rutin, varsa yoksa sorumluluklar. evet sen de haklısın bu yıl son 3 yıldan farklı olarak bir okul başlangıcı hediye etmedin değil bana. ama işin aslı ben ne okuldan ne de bu başlangıçtan haz ediyor değilim. mahalle baskası mı desek, tabiatın son yıllarda aldığı kural mı bilmem şimdi adam olmak için bir de lisansın yüksek olanı makbul.
sanki lisansta bir halta yaradık şimdi bir de yüksek mertebeye erişeceğiz. aynı lagalugalar aynı vesveseler. hem bunun parası da çok haaa, öyle böyle değil!
neden mi, malum iş var artık. başıboş saatlere yer yok. bu nedenle efendim geceleri okuyacağımdır. bu da bir buçuk yıl da tamı tamına on buçuk milyar demektir.yani bir buçuk yılımda hafta içi ev-iş-okul-ev-iş-okul-ev üçgeninin içinde, hafta sonu ise hafta içi uyuklarken öğrenemediklerimi temize çekmek, anlamaya çalışmak,hafta içi kendime ayıramadığım zamanı ararken tekrar pazartesiye bağlanmak demektir. yani sosyal hayat yok demektir, yorgunluk, acı, iş stresine katılan final kaygısı demektir. yani zulümdür. başka da bir tanımı yoktur.
oturup onca sene çalışmışsındır ama pazarlama denilen bölümcükte yer alan suratsız karı koca para tuzağına onbin beşyüz bayacaksındır. haydi kızlar okula madem. hakkımızda hayırlısı.
peki ya 2003... hani ilk lisans mutluluğunun yaşandığı yıl. böyle kaygılardan bir haber uçarak mı, kara yoluyla mı gittiğini kestiremediğin ankara yolu.
karanlıktı o şehir evet. hem de hayallerime inat öyle griydiki gökyüzü hep umutsuzluk hep mutsuzluk çökerdi yağmurlu akşam üstleri. yine de zıtlıkların kıyasıya yarıştığı bu şehir bir o kadar çekici gelirdi. oraya gitmek evden kaçmak demekti çünkü. evden kaçmak özgürlüktü.
bugün tavada kızarmaya bıraktığım soğanları 3 dakika unutmaya çalışıp pc başında ders kayıtlarına bakmaya çalıştığımda annemin 'yandı bunlar' diyerekten aciliyetle yanında olmamı istemesinde birşey yoktu evet ama ben yine de sesteki o tınıya takaraktan sevmezdim bunları, sevmem de hiçbir zaman. ben öylesine ve dahi ölesiye boğulurumki kendi yarattığım sorumluluk projelerimde ve en kıçı kırık ayrıntıyı öyle büyütürümki gözlerimde işte hal böyleyken birinin kalkıp ta bana bir halt buyurması bardağı taşırır da taşırır. beni bilmesini isterim çünkü, uyarmasa da yapacağımı zaten onun düşüncesi olmadan benim o işi baştan sona tasarladığımı görmesini isterim. bu yanımı benimle geceli gündüzlü çokça vakit geçirenler kavrar ancak. gözlemlerler uzun uzun ve anlarlarki lafa,söze tahammülsüzlüğüm işte tam da bu yüzden. kendimi gereksiz yere en ince detayına kadar bilmem yüzünden. her haltı mutlaka görmem yüzünden.hem sorumluluğu bileklerime kelepçelemek zorundaymışım gibi hissetmem yüzünden. ve bilirlerki ben bunca savaşı kendimle vermeye çabalarken onlar için bana buyurdukları o küçük detay öldürür beni, boğar ve yıkar. sonumu hazırlar.
bugün yine her gece olduğu gibi bunları yazmak için oturmamıştım buraya ama yine de klavyem tümceleri bu yönde sürüklemek istemişse ben onun suçlusuyum bilmekte yarar var.
kal sağlıcakla blog...

Cuma, Eylül 02, 2011

bir İstanbul güncesi


dün  gece yorgunluktan çabalasam da yazamadım. ne kadar istediysem de olmadı işte.güzel bir İstanbul günü geçirmeye karar verdik Ümm'le bayramın ikinci günü. Bu sebeple Anadolu yakasını pek bilmediğimizden buradan Maltepe dolaylarından bir kahvaltı aldık. İstanbul Avrupa yakasının Avcılar sahili gibi bir yerdi. Bu sebeple çok memnun kaldığımız söylenemez. Ama zaten kahvaltı yapar yapmaz ayrıldık buradan. Belki çok bilmediğimizden,belki de kızımızla gezemediğimizden çok yapamadık sahilde.


Mekan hakkında konuşacak olursak; oldukça zevksiz döşenmiş koltuklar, masa ve sandalyeler sevimsiz bir bütünlük sağlıyordu. Tüm bu sevimsizliklere önümüze oturan 'kaygısızlar' ailesi eklenince iyice çekilmez oldu. Ama biz sadece kızımızla iletişim kurmaya çalışan sevimli mutfak çalışanı teyze ile servis için elinden geleni yapmaya çalışan garsona benzeyen çocukla mutlu olup karnımızı doyurmaya çalıştık.Özellikle önümüzde çılgınlar gibi yemeye son vermenin ardından içecekleri Türk kahvesini de 'beleşe' getirmeye çalışan aileyi yine ve yeniden kınıyorum. Türkiye'de açık büfe yemeğin bu kadar pahalı olmasının sebebini de bu insanlara bağlıyorum. Neyse ne yine de mekan 'ucuz' hem de çok. Bu sebeple yine de gidecek olursanız bilgi için Bistro Layla Maltepe 0216 589 35 69. Bu kadar kötü betimlemenin ardından kim giderki derseniz haklısınız. Ama açıkçası bu ücrete de ancak bu kadar hizmet olabilir..Zira çayın sınırsız olduğu açık büfe kahvaltı( her ne kadar çoğunu beğenmesek ve yemesek de) 9.90. Son olarak tuvaletlerinin temizliği, pedler için atık kutusu, klozet kapak örtüsünün olmasını takdir ettim.

Sonrasında Bağdat Caddesi'nde bir tur attık. Pek çok insanın 'caddedeydim', 'cadde de','cadde' diye ağzını ayırarak bahsettiği bu mekanı yine o pek çok insan yüzünden sevmiyorum. Ülkemi anlattığına ve yine bizden bir yer olduğuna da inanmıyorum. Ama yine de çoğu mekanı ben de sevmiyor muyum, elbette seviyorum. Yine de kızım sanırım benden çok daha fazla sevdi.
Daha sonra Kalamış'a ilerledik. Yeşillik,sahilde oturduk,temiz hava aldık,kitap okuduk,sodalarımızı içtik. Kızımız Alman kurdu 'viski' tanıştı.Benim çığlıklarım içinde Viski'nin topuyla oynadılar. Evet 'çığlıklarım'çünkü Viski son derece uysal ve akıllık bir köpek olsa da kızımın bedeninin 20x katı büyüklüğe sahip olduğu için beni oldukça korkuttu.




Bu arada babamız fotoğraflarımızı çekti.
Çekti de elbette kızım benden çok daha iyi pozlar verdi.O suratta da  dilden de görüldüğü üzere ben yaramazın tekiyim ifadesi var. Bunu her şımardığında yapar kendisi.


aslında burada kendisine yer vermeyi çok düşünmüyorduk ama görüldüğü üzere yine beni pek beğenmeyerekten atladı babasının önüne. ama iyiki de öyle yapmış. gerçekten böyle çok daha güzel oldu. bu arada bir başka huyumuz fotoğrafımızın çekildiğini anlayınca şımararak makinaya doğru hızla yol almak. bu durumda ya aniden basmak gerek deklanşöre ya da hiç yeltenmeyerek salyalarıyla yanaklarınızı başbaşa bırakmak ki biz genelde ikinci seçeneği tercih ediyoruz.hızından ilk seçenekte çok şansımız da yok orası da ayrı.

Fenerbahçeden sonra Yoğurtçu Parkı'nda aldık soluğu. Neden parklar bahçeler diye sormazsınız umarım. Malum bizim her yere kabul görmeyen bir dostumuz var. Yoğurtçu Parkı'nı sırrımız önerdi. Bu 'sırrımızı' az sonra paylaşacağımdır:p Küçük çapta film çeken bir ekip vardı.' Çek Bakalım'dan birilerinin olabileceğini düşündük ama yönetmen hatunun iticiliği sebebiyle pek yaklaşamadık. Belki de bir grup öğrencinin bitirme ödevi falandı bilemedik. Bu arada enteresan bir teyze de filmden ayrı ama kendi filminin başrol oyuncusu olarak yavaş yavaş yaklaştı. Kendi kendine replikler sundu. Çok yalnız olduğu her halinden belliydi. Önce güneşle bozdu kafayı, sonra bankla. Derken ayrıldık.Kız kulesine de el sallayarak bir kare de ondan aldık.



Buradan Çengelköy'e merhaba diyip, Beylerbeyi sahilde balık yedik. Bembeyaz örtüye patileriyle desen yapmayı ihmal etmeyen hatun kişi balıklarını kedilerle paylaşmamak için çıldırdı. İyiki anlayışlı bir balıkçımız vardı. Menüsünden ve sunumundan çokça memnun kaldığımız Derya Balık ikram ettiği helvasıyla bizi mest etmeyi ihmal etmedi. Olur da yolunuz düşerse diye;Burhaniye Mah. Çamlıca Cad. No:6 Beylerbeyi, Üsküdar  216 321 46 76. Kimseden reklam için para almadım. Aslında kızımızı içerilere kadar kabul gördüğü ve tulum peynirli tostunun tadı damadığımızda kaldığı için Aynalı Köşk'e de uğramayı çok arzu ettik ancak üçüncü gün görüşmek üzere yazılı panoyu görünce artık bir dahakine dedik.Ve bunlarda Beylerbeyi'nden...

Son olarak Sarıyer'e geçtik. Sahilde yürüdük,sohbet ettik,koştuk,sohbet ettik. Veeee evim evim güzel evim.Ertesi sabah 11'e kadar deliksiz uyuduk...



P.S. Az kalsın 'sırrımızı' açıklamayı unutuyordum.İşte canımız,kanımız,yol uzmanımız. İyiki varsın. Sen olmasan daha nice tartışmalara gebeydi bu araba. Artık hiçbiri yok!
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...