Eylül ayı... okulun başladığı, ayşe'nin doğduğu,yeni umudun olduğu baharın sonu olmasına rağmen bu sonun hep süpriz oyunlara gebe olduğu ay. Ömrümün hiçbir evresinde hiç bu kadar yavan olmamıştın şimdi olduğu kadar. artık ne o süprizlerin,ne sonların, ne de başlangıçların var bana armağan. varsa yoksa rutin, varsa yoksa sorumluluklar. evet sen de haklısın bu yıl son 3 yıldan farklı olarak bir okul başlangıcı hediye etmedin değil bana. ama işin aslı ben ne okuldan ne de bu başlangıçtan haz ediyor değilim. mahalle baskası mı desek, tabiatın son yıllarda aldığı kural mı bilmem şimdi adam olmak için bir de lisansın yüksek olanı makbul.
sanki lisansta bir halta yaradık şimdi bir de yüksek mertebeye erişeceğiz. aynı lagalugalar aynı vesveseler. hem bunun parası da çok haaa, öyle böyle değil!
neden mi, malum iş var artık. başıboş saatlere yer yok. bu nedenle efendim geceleri okuyacağımdır. bu da bir buçuk yıl da tamı tamına on buçuk milyar demektir.yani bir buçuk yılımda hafta içi ev-iş-okul-ev-iş-okul-ev üçgeninin içinde, hafta sonu ise hafta içi uyuklarken öğrenemediklerimi temize çekmek, anlamaya çalışmak,hafta içi kendime ayıramadığım zamanı ararken tekrar pazartesiye bağlanmak demektir. yani sosyal hayat yok demektir, yorgunluk, acı, iş stresine katılan final kaygısı demektir. yani zulümdür. başka da bir tanımı yoktur.
oturup onca sene çalışmışsındır ama pazarlama denilen bölümcükte yer alan suratsız karı koca para tuzağına onbin beşyüz bayacaksındır. haydi kızlar okula madem. hakkımızda hayırlısı.
peki ya 2003... hani ilk lisans mutluluğunun yaşandığı yıl. böyle kaygılardan bir haber uçarak mı, kara yoluyla mı gittiğini kestiremediğin ankara yolu.
karanlıktı o şehir evet. hem de hayallerime inat öyle griydiki gökyüzü hep umutsuzluk hep mutsuzluk çökerdi yağmurlu akşam üstleri. yine de zıtlıkların kıyasıya yarıştığı bu şehir bir o kadar çekici gelirdi. oraya gitmek evden kaçmak demekti çünkü. evden kaçmak özgürlüktü.
bugün tavada kızarmaya bıraktığım soğanları 3 dakika unutmaya çalışıp pc başında ders kayıtlarına bakmaya çalıştığımda annemin 'yandı bunlar' diyerekten aciliyetle yanında olmamı istemesinde birşey yoktu evet ama ben yine de sesteki o tınıya takaraktan sevmezdim bunları, sevmem de hiçbir zaman. ben öylesine ve dahi ölesiye boğulurumki kendi yarattığım sorumluluk projelerimde ve en kıçı kırık ayrıntıyı öyle büyütürümki gözlerimde işte hal böyleyken birinin kalkıp ta bana bir halt buyurması bardağı taşırır da taşırır. beni bilmesini isterim çünkü, uyarmasa da yapacağımı zaten onun düşüncesi olmadan benim o işi baştan sona tasarladığımı görmesini isterim. bu yanımı benimle geceli gündüzlü çokça vakit geçirenler kavrar ancak. gözlemlerler uzun uzun ve anlarlarki lafa,söze tahammülsüzlüğüm işte tam da bu yüzden. kendimi gereksiz yere en ince detayına kadar bilmem yüzünden. her haltı mutlaka görmem yüzünden.hem sorumluluğu bileklerime kelepçelemek zorundaymışım gibi hissetmem yüzünden. ve bilirlerki ben bunca savaşı kendimle vermeye çabalarken onlar için bana buyurdukları o küçük detay öldürür beni, boğar ve yıkar. sonumu hazırlar.
bugün yine her gece olduğu gibi bunları yazmak için oturmamıştım buraya ama yine de klavyem tümceleri bu yönde sürüklemek istemişse ben onun suçlusuyum bilmekte yarar var.
kal sağlıcakla blog...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder