Ümm'ün beğenisi kazanan Ahmet Ümit'e bir de ben göz atayım diyerek aldım Beyoğlu Rapsodisi'ni elime...
Ne yalan söyleyeyim sayfalar ilerledi ilermesine ya ilerledikçe böyle canım sıkılmış da TV'de de birşey yok diye açılmış bir dizi gibi gitti öylece. Yani o akıp gidiyordu bende sesimi çıkarmıyordum. Ne çok hoşuma gitmişliği vardı ne de beni sinir ettiği. Arada bir tarihe ve mimariye duyulan sempatinin detaylı detaylı verilmesini her iki konuya da meyilli olmayan beni sıktı evet ama onlara da pek aldırış etmedim. Katya denilen hatuna, sonra Fransa'daki ortağının Camille mi neydi adı sevgilisine her an abayı yakmak üzereymiş gibi olan Selim'in ancak akşamdan akşama birkaç saat yüzünü gördüğü karısını da enayi yerine koyduğu belliydi lakin kendisi bu durumu öyle aktarmıyordu. Niyeyse her zorda kaldığında hatunun ses çıkarmamaları sonucu 'canım karıcım, ah bebeğim'moduna girerken; Katya'nın sesinin yüksek çıktığı dialoglarda da 'işte tanrı kadını yarattı' edasıyla kendisine hayran oluyordu. Tipik Türk erkeği idi yani Selim. Dışardakini evde istemez, evdekini ancak zor zamanlarda sığınılacak liman olarak görür. Kenan'a gelince, onca malı mülkü eğitimi olan bir insana göre oldukça mala bağlamış bir hayatı vardıki yine bu mallığa bağlama olayında pisipisine öldü gitti zavallı. Nihat kimdir derseniz, laf olsun diye araya sokulmuş ezik bir karakter. Kıssadan hisse dostlar 390 sayfa laga luga okuduktan sonra 18 sayfada (hatta belki daha az) kimsenin aklının ucundan geçmeyecek (aptal olduğumuzdan değil yanlış anlaşılmasın, yazarımızın bizimle hiçbir ipucu paylaşmamasından ötürüdür bu) bir son ile olayı bağlamak yaratıcılık değildir kanımca, polisiye hiç değildir.Bu olsa olsa 390 sayfayı hepimize kakalamaktır. Sana sıcak bir yaz gününde vakit öldürmek için belki okunabileceğinden 10 üzerinden 2 veriyorum Beyoğlu Rapsodisi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder