sağ baştan

Pazartesi, Şubat 27, 2012

Hoşçakal



Dedem ölecek sanırım, hepimiz bir gün öleceğiz elbet ama onun son zamanları olduğuna dair bir dolu işaret var.

Benjamin'in Mike'dan öğrendiği en önemli şey 'hayatında olan bitene sinirlenebilirsin, küfür edebilirsin, kaderine lanet edebilirsin ama sona geldiğinde; hepsini unutmalısın' cümlesiyle özetlenmişti.

Dedem artık konuşamadığından bana son sözleriyle öğrendiklerini ya da öğrettiklerini özetleyemiyor ama havaya diktiği gözleri çok şey anlatıyor.

Bense en azından bugünlük gözlerimi kapamadan ettiğim vedalarımı Can Yücel'in yardımıyla özetlemek istedim. Bir gün tüm yapamadıklarım için pişman olur muyum bilemem; tek bildiğim artık çok kişilik yaşıyorum. Büyümek böyle birşey olmalı.



Neler söylemek istedim sen giderken.Sessiz çığlıklarım boğazımda düğümlendi, …adım atmak istedim ,
koştuğumu sandım hatta.Cümleler kurdum, anlattım sana derdimi. Hatta yalvardım , haykırdım sandım …Oysa sen giderken ben ardından sadece, bakakaldım. Öylece… donakaldım.İnanamadım …Kirpiğimden süzülen damla…Ve Ayrılığın adı ,HOŞCAKAL.Sen gittikden sonra hoş kalırım mı sandın.
Alırmıyım bir bardak demli çayın tadını ..Perdeyi açınca içeri giren güneş, ısıtırmı sandın.Görürmüyüm sandın açan çiceği… Bakarmıyım sandın batan güneşe…Dilek tutarmıyım kayan yıldıza…Koklarmıyım sandın yağmurun kokusunu,Severmiyim sence baharları? Ayrılığın adı ,hoşcakal…Ben senden sonra yaşarmıyım sandın … Peki o zaman sende HOŞCAKAL…


Pazar, Şubat 26, 2012

geç yayınlanmış cuma öyküsü


Bazı insanlar hayatı diğerlerine kolaylaştırmak için gelmiş bu dünyaya diye düşünüyorum kimi zaman. Bu kimi zamanlar çok olmuyor ama olduğunda pek mutlu oluyorum orası ayrı. Mesela bizim güvenlik görevlisi Ayşe. Müdürlüğe bir yaşlı, bir özürlü, bir fakir gelmeyegörsün. O an bir elçi oluverir ama asla birini bile es geçmez. Yani istisnasız hepsine tüm varlığıyla yardım eder, elinden gelenin fazlasına bile koşar. Biraz erkek gibidir Ayşe, kısacık saçları, elinden sigara düşmeyen tavırlarıyla toplum tarafından kimi zaman ‘serseri’ diye bile isimlendirilebilir. Azıcık da öyledir evet ama kimin umrundaki. Sokaktaki her hayvana, yardıma muhtaç her insana, annesini arayan her çocuğa koşan kaç kişi var ki şu hayatta. Bugün yine öğlen arasında döneri kaptığı gibi köşedeki kediye getirmiş, arabaların arkasından geliyor sesi ‘yeseneeee’ dediğim gibi hafiften serserilik vardır ruhunda canımlar cicimler okşamalar falan ona göre değildir pek. Yanına doğru yaklaştıkça bir kediye döner aldığını farkettim ama kedi koklayıp geri çekiliyor. Ağzı yara sanırım dedi. Baktım evet yaraydı, canı acır gibi değildi pek ama yarası büyüktü. Bir araba ayarladık hemen yakında belediyenin yeri vardı araba ve şoför de bulununca gittik hemen. Ağzından çok dişleri problemli ondan yiyemiyor olabilir dediler ve aldılar miniği hemen. Arkamdan bakışlarına dayanamadım ama akşam eve götürsem bizimki kıskançlıktan ölür, iş yerinde bakmak gibi bir lüksüm de yok. Eğilen boynuna çok üzülsem de iyileşeceğini bildiğim için mutlu olarak ayrıldım oradan. Her ne kadar sinirlenip dursam da iş yerinde beni kırmayacak insanların olması ne güzel. Zaten onlar da olmasa!

Çarşamba, Şubat 22, 2012

geçiyor, geçecek

bugünün tuhaf olacağı daha sabahından belliydi de çok önyargılı olmayayım dedim. masama oturmasa da diğer masaları gezerken sonunda yanıma geleceğini bildiğim kadıncağız bana doğru yaklaşınca o gıcık ses tonuna ifrit olmama rağmen bu kez de alttan alayım dedim. hayır yani laf koysam ince ince ne olacaktı azıcık ego yapacak kendi kendime eğlenecektim en fazla ama bir insan mutsuz olacaktı. kendimce sıcak ilişki kurmayı denedim, derken o da bana yardımcı oldu ve ilerledik. oysa o da biri beni alttan alsa da sussam diye bakıyormuş, iyi oldu denk geldim. parmakları ince, elleri hafif titrekti. birşeyler yoruyordu ya da yormuştu belliydi; makul insanım demeyi ihmal etmese de olmadığını kendi de biliyordu aslında ama sanırım onun da teslim olduğu günlere denk geldi. o sordu ben söyledim, bazen memnun oldu bazen olmadı. ama onu mutsuz etmem ne soruları ne de sorunlarıyla ilgiliydi. adımı sorarken hafiften yaka kartıma baktı o farklı ben farklı soy isim söyleyince medeni halimi anlayıverdi. çok zeki olmasına gerek yoktu hoş. birkaç kere gözlerini kırptı bu daha çok kırpıştırma gibiydi. sonra ben de evliydim dedi. 9 sene sürdü; ayrıldım. 3 sene oldu, iyiyim şimdi. hiçbirini sormadım ama devam etti; saygı bittiğinde bitiyor dedi. hüzünlendi. elbetteki bana özendiği yoktu ama belli ki iş yaparkenki o toy heyecanım ona 10 yıl önceki kendini hatırlatıverdi. kimbilir belki aklında keşkeler, belki aklından amalar, belki aklından iyikiler geçti ama ben yüzünden keşkeleri gördüm o an. keşke?

şu sıralar hayat beni oradan oraya atma hakkını kullanmak istedi yine ve yeniden. sesim çıkmıyor pek. usulca eğdim başımı azıcık daha öne geldim, işini kolaylaştırabileyim diye. inat etmedim bu kez; sen bilirsin dedim. bana uymayan bir hamle bu, iyi bilirim ama hep uyanı yapmaya çalıştığımdan belki bu yorgunluğum diyiverdim. şimdi o tuttu elimden ben ilerliyorum; gözlerim hafif aralı otomatik pilotun durduğu yerde devam etmeyi bekliyorum.

kimse hatırlamaz söylesem. bir bahar akşamı; sazlı sözlü bir muhabette dinlemiştim. oysa ben o an bunca sene sonra aklıma gelebileceğini bilerek belki de hiç unutmadım ne o akşamı ne de o akşama kadar bu hiç bilmediğim türküyü

Pazar, Şubat 12, 2012

nedensiz?




Şimdi bu şarkıyı dinleyip de içi sızlamayan bir insan evladı varsa beri gelsin. Gelsin beri de sorayım ona sen hiç sevdalandın mı diye? Midene ağrılar girdi mi yoktan yere. Kendine bile yabancılaştın mı? Kızardı mı yanakların sebebini kavrayamadığın zamanlarda, belki de sebepsiz yere? Sonra ağladın mı hiç gecelerce bazen mutluluk bazen yaşadığın korkudan, ya giderse? Ya bir gün ansızın bir sebeple çıkıp giderse, hatta sebepsiz yere? Beri gelsin de diyeyim ki madem tüm bunlar olmadıysa, madem kaybedeceklerini umursamadan yanmadıysa yüreğin bir kere bile  peki senin bahanen ne?

güle güle git canım

sanırım en iyi özetim burda

acizliklerim olur elbet her insan gibi benim de. zaaflarım vardır, zayıflıklarım vardır bazen istemesem de. onları eyleme geçirirken ya da zihnimde canlandırırken hep şöyle düşünürüm 'insanım sonuçta ben'. bu cümleye sığınır yaptığımın ya da yapacaklarımın yanlışlığını bal gibi bile bile ve de göz göre göre devam ederim, düşlemeye, düşlediğime doğru yürümeye.
böyle zamanlarda insanın iç sesini durduracak birşeyler olsa keşke, öyle şeyler olsaki o yanlış düşüncelerle kuşatılmış yanlış eylemler sonucu yaşanan koca koca pişmanlıkla yanıp kavrulmasa yürek. o yanan yüreği söndürmek ne kadar zorsa insanım ben diye sığındığın acizliğin sonucu yaşadığın pişmanlığı unutmak da o kadar zor işte.
öyle kızıyorumki kendime. ne yaşayacağımı bile bile, nasıl hissedeceğime emin olarak yürüyorum kimi zaman bu ince köprüde. bu gece rüyamda gördüğüm manzara gibi tıpkı. aşağıdaki o pis suya rağmen uzanan incecik yolda karşıya geçerken ben Ümm sallıyor yolu, 'nasılmış' diyor, sen bana bunu defalarca yaptın ve ben karşıya ulaştım şimdi ben sallayayım da bir bak nasılmış diyor. bir nevi cezalı empati kurdurma biçimi kanımca. annemse solda, düz yolda beni izliyor öylece. ben sallanan yoldan hızlıca düzlüğe atlıyorum ve 'burda zaten sağlam bir yol varken neden orayı seçmişim anlamıyorum' diyorum. hayatta hep yaptığımızda bu değil mi? basit düşünüp, mutlu olmak yerine o taşlı, dolanbaçlı, uzun ve acılı yolları tercih etmek ve ardından kafayı çevirip etrafa baktığımızda ben unutmuşum bunun çok daha kolay bir yolu varmış buracıkta demek.
artık midemden kaldıramadığım bu anlamsız acıya bir son verip, ayaklar altına aldığım benliğime bir bakım yapmanın zamanı geldi. burnu boktan çıkmaz hallerimi hiç özlemedim ben. huzur denilen şey dünyanın en çok arzu edileni ve bende bunu çoktan elde etmiş biri olarak şansımı daha fazla zorlamaktan vazgeçiyorum. şimdi hayat sana 'merhaba' diyorum. yaptığım tüm o hatalar, hataya sebebiyet verecek duygular size de hoşçakal. çok içten bir hoşçakal.

Salı, Şubat 07, 2012

nasıl bir irade eksikliğidir bu sorarım sana benlik. nasıl bir zaaftır atamadığın. herkesi önünde eğdiren bu asi başın ezildikçe ayak altında daha ne kadar sürüneceksin. daha ne kadar acı çekeceksin. daha ne kadar devam edeceksin kendini yok saymaya.

Cumartesi, Şubat 04, 2012

o bizim kavuşmalarımız



beklemek, hayal etmek, hep istemek.
istemek ve yine beklemek. sonra olduramamak, söylenemeyen hayal kırıklıklarına boğulmak ve yine hayal etmek, sonra yine istemek, düşlemek, susarak haykırmak içten içe.
gariptir tüm bunlar bilirim.tüm sabredilen zamanlarda yanında olanlar için ne kadar değerlisin bilemem ben elbette.iş güç meselelerini de çözemem. beklerim, fırtına tutar beni, seni, bizi gidemem.
gittiklerimden dönemem. pencerelerden bakarken gözler süzer misin göremem.
ne koklayabilir, ne boynuna sarılabilir, ne de özlemden bahsedebilirim.
olsun derim, geçer derim. bir gün benimde zamanım gelir derim.
sabrederim. bilirim gelmez o zaman ama ona da olsun derim.
uyurum, uyanırım. görürüm seni ama seslenemem.
dokunamam, beklerim...
geç be zaman; geçme zaman.

pro.

Hollanda waffle'ı,süt,dizimag,kızım ve ben.işte tam da şimdinin özeti. bugün cumartesi ama hafta içi akşam sekizde uyumak faslını dün gece bozmuşken bu sabah sekizde uyanma faslı başladı. ki bu sabah sekizde uyandığım cumartesinin çalışmadığım bir cumartesiye denk geldiğini de belirtmek isterim.
insan ilişkilerindeki başarısızlığım son hızla devam ederken gitgide yalnızlaşan kimliğime alışıyorum. ara sıra bunalımlar yaşasam da genel olarak iyi olduğumu söyleyebilirim.
peki denemedim mi sanıyorsun? yatılı misafirler, kızlarla sevgilerini konuşmaya çalışmalar, acılarını paylaşıyormuşçasına üzülmeler falan ama yok olmuyor işte. saçma geliyor tüm bunlar. onlar benim yanımda mıydı, yanımda mı? olmadılar evet ama olamazlar da. buna güçleri yetmez çünkü. ne sevgimi, ne aşkımı ne de beni anlamaya güçleri yetmez. sığ hayatlar, bayatlamış, kokuşmuş bencilleşmiş kimliklerinden sıyrılamazlar çünkü. savunmasız ve çırılçıplak kalamazlar. o örtüler, o pis örtüler olmalı hep tüm ilişkilerinde. ne diyorduk; profesyonellik! işte bu lanet kelime son üç senedir hayatıma girdi gireli bok oldu herşey. samimi olmamanın adı buydu, profesyonellik. böylece zayıflıklarını gösteremezdin, yanlışlarını söyleyemezdin, ağlayamazdın, üzülemezdin bunlar seni dibe çekerdi ve zerre beyni olmayan adamlar yeri gelir yüzüne gözüne atıverirdi onları da kalakalırdın sonra. ama ama ama hani 'arkadaş' idik derdin de; o başka bu başka derdi.
haaa, bi de şey var yüzüne gözüne birşeyler sür. lan gözüme dün iki mavi sürdüm diye. süper olmuşsun, mikemmel bir davranış demeyen kalmadı. biri de dediki; 'işte böyle'. he dedim tak maskeni bekle, işte böyle iki boya süreyim herşey iyileşsin değil mi? güldü geçti ve giderken 'evveett' demeyi ihmal etmedi! bu bile soyutluğun son raddede olduğunun bir göstergesi değil mi sayın seyirciler.
bugün cumartesi tüm haftayı beni heyecanlandırma olasılığı olan haberler beklemekle geçirdim ve olmadı. yani ne heyecan ne de heyecana sebebiyet verecek bir haber. şimdi ben bir kızımla çıkayım dışarı en iyisi yürüyeyim. sonra fotoğraflar çeker, kuaföre gideriz. maskelerimizi cilalatıp devam ederiz hayata. haydi rastgele.

Perşembe, Şubat 02, 2012

yalan dünya

küfürler savuruyorum hayat sana yine ve yeniden. başka yapacak çok da birşey yok zaten. bu yıl benim uyku yılım onu da anlamış bulunmaktayım Ocak ayını da geride bırakmışken paylaşmak istedim. artık kafam neye bozulsa uykum geliyor. uyumazsam başım çatlıyor. sağa sola vuran dalgalarla boğuşmak yerine bulduğum yere kıvrılıveriyorum. ümit anlat diyor ben anlatamıyorum. anlattıklarımı da anlamıyor ya da büyüttüğümü düşünüyor zaten. tüm bu keşmekeş içinde uyku güzel geliyor. zaman da çabuk geçiyor. ömürden yemek hoş değil biliyorum ve belki de yaşlandığımda çok pişman olurum kimbilir. midem bulanıyor. zaten son zamanlarda hayatımı ancak mide bulantıları ve baş ağrıları ve de hakkı yenilmez uyku ile özetleyebilirim.
dün gece telefonum çaldı. faturası fazla gelen bir profesördü arayan. mesai saati ya da dışı tüm kırıklar beni buluyor sonra bu sabah oğlu aradı 'ürünlerimi' beğenmemiş. ben ürün geliştirmede çalışıyorum zaten aldığım bu feedbackler ar-ge ye neler neler kazandırdı. bu sabah yine anlamsız telefonlar aldım, anlamsız mailler okudum ve yine anlamsız mesajlar. hepsinin ortak yanı 'iş halletmek' üzerineydi bense beni soran, halimi hatrımı merak edenler olsun isterdim.
bugün insanlar üzerine alındıkları ithamlarla taarruza geçti bu insanlardan biri arkamdan nice dedikodu yaptıydı da geçip karşısına neden yaptın diyecek kadar cesaretim olmamıştı. ama o sadece üstüne alındıkları için bana hesap sorarken hiç naif değildi.
osuruk sesli bir çocuk hakkını arar iken beynimi s.kti bugün. başım ağrıyor. iki yaşlı teyze sağlı sollu bağırıyor. gitsem ya...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...